English    Türkçe    فارسی   

1
3159-3183

  • Konukla, Yusuf’a kardeşlerinin yaptığı cefayı, onların hasetlerini konuştular. Yusuf “o haset ve cefa, zincirdi; biz de aslandık.
  • یاد دادش جور اخوان و حسد ** گفت کان زنجیر بود و ما اسد
  • Aslanın zincire vurulması ayıp değildir. Bizim Tanrı’nın kaza ve kaderinden şikâyetimiz yok. 3160
  • عار نبود شیر را از سلسله ** نیست ما را از قضای حق گله‌‌
  • Aslan, boynunda zincir bulunmakla beraber bütün zincir yapanlara beydir” dedi.
  • شیر را بر گردن ار زنجیر بود ** بر همه زنجیر سازان میر بود
  • Dostu Yusuf’a “Zindanda ve kuyuda ne haldeydin?” dedi. Yusuf cevap verdi: “Ay, bedir halinden çıkar ve eski ay haline gelir ya... işte öyle.”
  • گفت چون بودی ز زندان و ز چاه ** گفت همچون در محاق و کاست ماه‌‌
  • Eski ay görünmez, sonra hilâl olur da iki büklüm bir halde görünür. Fakat sonunda yine gökte bedir haline gelmez mi?
  • در محاق ار ماه نو گردد دو تا ** نی در آخر بدر گردد بر سما
  • İnci tanesini havanda döverler ama kadri yine yücedir, ya ilâç olarak göze çekilir, yahut macun haline getirilir, kalp ferahlığı için yenir.
  • گر چه دردانه به هاون کوفتند ** نور چشم و دل شد و بیند بلند
  • Buğdayı toprak altına attılar ama sonradan topraktan başaklar çıktı. 3165
  • گندمی را زیر خاک انداختند ** پس ز خاکش خوشه‌‌ها بر ساختند
  • Ondan sonra değirmende öğüttüler, değeri arttı, cana can katan gıda oldu.
  • بار دیگر کوفتندش ز آسیا ** قیمتش افزود و نان شد جان فزا
  • Sonra ekmeği bir kere daha diş altında ezdiler; akıllı kişiye akıl ve idrâk oldu.
  • باز نان را زیر دندان کوفتند ** گشت عقل و جان و فهم هوشمند
  • Daha sonra da o can, aşkta mahvoldu da Hak yolunda ekildikten sonra mahsûl verdi, ekincileri hayrete düşürdü.
  • باز آن جان چون که محو عشق گشت ** يعجب الزراع آمد بعد کشت‌‌
  • Bu sözün sonu gelmez. Sen, o iyi adamın Yusuf’a ne dediğini anlatmaya başla.
  • این سخن پایان ندارد باز گرد ** تا که با یوسف چه گفت آن نیک مرد
  • Yusuf, başından geçenleri anlattıktan sonra “ Eh...bize ne armağan getirdin, bakalım?” dedi. 3170
  • بعد قصه گفتنش گفت ای فلان ** هین چه آوردی تو ما را ارمغان‌‌
  • Ey ulu kişi! Dostları görmeye eli boş gitmek, değirmene buğdaysız gitmeye benzer.
  • بر در یاران تهی دست ای فتی ** هست چون بی‌‌گندمی در آسیا
  • Ulu Tanrı bile mahşer günü, halka “ Kıyamet günü için armağanın nerede;
  • حق تعالی خلق را گوید به حشر ** ارمغان کو از برای روز نشر
  • Bize yapayalnız, azıksız, âdeta sizi yarattığımız gibi geldiniz.
  • جئتمونا و فرادی بی‌‌نوا ** هم بدان سان که خلقناکم کذا
  • Kendinize gelin! Kıyamet günü için ne hediyeniz var, ne getirdiniz?
  • هین چه آوردید دست آویز را ** ارمغانی روز رستاخیز را
  • Yoksa tekrar dönüp geleceğinizi ummuyor muydunuz, size bugünün vâdesi bâtıl mı göründü ki? der. 3175
  • یا امید باز گشتنتان نبود ** وعده‌‌ی امروز باطلتان نمود
  • Ona konuk olacağımızı inkâr ediyorsan bu mutfaktan ancak toprak ve kül alabilirsin.
  • وعده‌‌ی مهمانی‌‌اش را منکری ** پس ز مطبخ خاک و خاکستر بری‌‌
  • İnkâr etmiyorsan niçin böyle elin boş. O sevgilinin kapısına böyle nasıl ayak atacaksın?
  • ور نه‌‌ای منکر چنین دست تهی ** در در آن دوست چون پا می‌‌نهی‌‌
  • Yemeyi, uyumayı biraz azalt da onunla görüşmek için bir armağan götür.
  • اندکی صرفه بکن از خواب و خور ** ارمغان بهر ملاقاتش ببر
  • Geceleri az uyuyanlardan seher çağlarında istiğfar edenlerden ol.
  • شو قلیل النوم مما یهجعون ** باش در اسحار از یستغفرون‌‌
  • Sen de rahimdeki çocuk gibi az oyna da sana da nurları gören duygular bağışlasınlar. 3180
  • اندکی جنبش بکن همچون جنین ** تا ببخشندت حواس نور بین‌‌
  • Rahim gibi olan dünyadan çıkınca yeryüzünden daha geniş bir sahaya dalacaksın.
  • وز جهان چون رحم بیرون روی ** از زمین در عرصه‌‌ی واسع شوی‌‌
  • “ Tanrı yeri geniştir” derler ya; o geniş yer, bil peygamberlerin gidip daldıkları sahadır.
  • آن که ارض الله واسع گفته‌‌اند ** عرصه‌‌ای دان کانبیا در رفته‌‌اند
  • O geniş sahada gönül daralmaz; yaş ağaç, orada kuru dal haline gelmez.
  • دل نگردد تنگ ز آن عرصه‌‌ی فراخ ** نخل تر آن جا نگردد خشک شاخ‌‌