- Yemeyi, uyumayı biraz azalt da onunla görüşmek için bir armağan götür.
- اندکی صرفه بکن از خواب و خور ** ارمغان بهر ملاقاتش ببر
- Geceleri az uyuyanlardan seher çağlarında istiğfar edenlerden ol.
- شو قلیل النوم مما یهجعون ** باش در اسحار از یستغفرون
- Sen de rahimdeki çocuk gibi az oyna da sana da nurları gören duygular bağışlasınlar. 3180
- اندکی جنبش بکن همچون جنین ** تا ببخشندت حواس نور بین
- Rahim gibi olan dünyadan çıkınca yeryüzünden daha geniş bir sahaya dalacaksın.
- وز جهان چون رحم بیرون روی ** از زمین در عرصهی واسع شوی
- “ Tanrı yeri geniştir” derler ya; o geniş yer, bil peygamberlerin gidip daldıkları sahadır.
- آن که ارض الله واسع گفتهاند ** عرصهای دان کانبیا در رفتهاند
- O geniş sahada gönül daralmaz; yaş ağaç, orada kuru dal haline gelmez.
- دل نگردد تنگ ز آن عرصهی فراخ ** نخل تر آن جا نگردد خشک شاخ
- Şimdi duygular, sen de. Fakat bir gün yorgun, bitkin, baş aşağı bir hale geleceksin.
- حاملی تو مر حواست را کنون ** کند و مانده میشوی و سر نگون
- Uykuda duygularını taşımazsın, duygular seni taşır. Bu yorgunluk, bitkinlik gider, eziyetten, sıkıntıdan kurtulursun. 3185
- چون که محمولی نه حامل وقت خواب ** ماندگی رفت و شدی بیرنج و تاب
- Sen uyku halini, velîlerin uyanıkken de duygularını taşımamaları halinde bir çeşni bil.
- چاشنیی دان تو حال خواب را ** پیش محمولی حال اولیا
- Be inatçı; velîler, Eshab-ı Kehf’dir. Ayakta olsalar da, yürüyüp gezseler de uykudadırlar.
- اولیا اصحاب کهفند ای عنود ** در قیام و در تقلب هم رقود
- Tanrı, onları, kendilerinin haberi olmadan işletir; sağa sola çevirir.
- میکشدشان بیتکلف در فعال ** بیخبر ذات الیمین ذات الشمال
- O sağa çevrilme nedir? İyi iş. Ya sola çevrilme? O da bedene, varlığa ait işler.
- چیست آن ذات الیمین فعل حسن ** چیست آن ذات الشمال اشغال تن
- Bu iki hal de peygamberlerden, dağdan ses gelir gibi zuhur eder. Onların, her ikisinden de haberleri yoktur. 3190
- میرود این هر دو کار از انبیا ** بیخبر زین هر دو ایشان چون صدا
- Dağ, hayır olsun, şer olsun... Senin sesini sana verir, duyurur. Fakat ikisinden de bihaberdir.
- گر صدایت بشنواند خیر و شر ** ذات کوه از هر دو باشد بیخبر
- Konuğun, Yusuf-u Sıddıyk’a “Sana armağan olarak ayna getirdim. Ona her baktıkça güzel yüzünü görür beni hatırlarsın” demesi
- گفتن مهمان یوسف علیه السلام را که آینه آوردمت ارمغان تا هر باری که در وی نگری روی خوب خود بینی مرا یاد کنی
- Yusuf “Hadi, armağanını çıkar” deyince konuk, bu istekten utanıp âdeta figan ederek.
- گفت یوسف هین بیاور ارمغان ** او ز شرم این تقاضا زد فغان
- ”Sana getirmek için ne kadar armağan aradıysam hiçbir şeyi beğenmedim, lâyık görmedim.
- گفت من چند ارمغان جستم ترا ** ارمغانی در نظر نامد مرا
- Bir habbeyi alıp da madene, bir katrayı alıp da ummana nasıl götürebilirim?
- حبهای را جانب کان چون برم ** قطرهای را سوی عمان چون برم
- Sana gönül ve can bile getirsem Kirman’a kimyon götürmüş sayılırım. 3195
- زیره را من سوی کرمان آورم ** گر به پیش تو دل و جان آورم
- Senin, misli olmayan güzelliğinden başka bir tohum yoktur ki bu ambarda olmasın.
- نیست تخمی کاندر این انبار نیست ** غیر حسن تو که آن را یار نیست
- Sana gönül nuru gibi bir ayna getirmeyi lâyık gördüm.
- لایق آن دیدم که من آیینهای ** پیش تو آرم چو نور سینهای
- Ey güneş gibi gökyüzünün ışığı olan güzel! Ona baktıkça kendi güzel yüzünü görürsün.
- تا ببینی روی خوب خود در آن ** ای تو چون خورشید شمع آسمان
- Gözümün nuru, sana ayna getirdim, ona bakıp yüzünü gördükçe beni hatırlarsın” dedi.
- آینه آوردمت ای روشنی ** تا چو بینی روی خود یادم کنی
- Koynundan aynayı çıkarıp sundu. Güzeller, aynayla meşgul olurlar. 3200
- آینه بیرون کشید او از بغل ** خوب را آیینه باشد مشتغل
- Varlığın aynası nedir? Yokluk. Ahmak değilsen yokluğu ihtiyar et.
- آینهی هستی چه باشد نیستی ** نیستی بر گر تو ابله نیستی
- Varlık, yoklukta görünebilir. Zenginler, yoksula cömertlik edebilirler.
- هستی اندر نیستی بتوان نمود ** مال داران بر فقیر آرند جود