- Ey ulu kişi! Bakırların bayalığı, aşağılığı olmasa kimya nasıl olur da zuhur eder?
- خواری و دونی مسها بر ملا ** گر نباشد کی نماید کیمیا
- Noksanlar, kemal vasfının aynasıdır. O horluk, yücelik ve ululuğa aynadır. 3210
- نقصها آیینهی وصف کمال ** و آن حقارت آینهی عز و جلال
- Çünkü yakinen zıt, zıddı gösterir. Ondan dolayı bal, sirke ile görünür, (sirkengebin olur)
- ز آن که ضد را ضد کند پیدا یقین ** ز آن که با سرکه پدید است انگبین
- Kim, kendi noksanını görüp anlarsa yedeğinde dokuz at olduğu halde tekemmül yolunda koşar.
- هر که نقص خویش را دید و شناخت ** اندر استکمال خود ده اسبه تاخت
- Kendisini kâmil sanan, ululuk sahibi Tanrı’nın yolunda uçamaz.
- ز آن نمیپرد به سوی ذو الجلال ** کاو گمانی میبرد خود را کمال
- Ey mağrur ve sapık! Canında kendini kâmil sanmaktan daha beter bir illet olamaz.
- علتی بدتر ز پندار کمال ** نیست اندر جان تو ای ذو دلال
- Senden bu kendini beğenme defoluncaya kadar gönlünden de çok kan akar, gözünden de! 3215
- از دل و از دیدهات بس خون رود ** تا ز تو این معجبی بیرون رود
- İblis’in illeti “Ben, Âdem’den hayırlıyım” demesiydi. Bu hastalık, her mahlûkta vardır.
- علت ابلیس انا خیری بده ست ** وین مرض در نفس هر مخلوق هست
- Bu hastalığa müptelâ olan, kendisini hor görse bile sen onu, altında pislik olan sâf su bil!
- گر چه خود را بس شکسته بیند او ** آب صافی دان و سرگین زیر جو
- İmtihan kasdıyla onu bir karıştırsan hemen su bulanır, pislik rengini alır.
- چون بشوراند ترا در امتحان ** آب سرگین رنگ گردد در زمان
- Ey yiğit! Irmak sana sâf ve berrak görünüyor ama senin ırmağının dibinde de pislik var.
- در تگ جو هست سرگین ای فتی ** گر چه جو صافی نماید مر ترا
- Yol bilen anlayışlı pîr, Nefs-i küll bağlarına ark kazıcıdır. 3220
- هست پیر راه دان پر فطن ** باغهای نفس کل را جوی کن
- Irmak, kendisini nereden temizleyecek? İnsanın bilgisi, Tanrı bilgisiyle fayda verir.
- جوی خود را کی تواند پاک کرد ** نافع از علم خدا شد علم مرد
- Kılıç sapını kesebilir mi? Yürü, bu yarayı bir cerraha göster.
- کی تراشد تیغ دستهی خویش را ** رو به جراحی سپار این ریش را
- Kimse, yarasının kötülüğünü görmesin diye her yaranın üstüne sinek üşer.
- بر سر هر ریش جمع آمد مگس ** تا نبیند قبح ریش خویش کس
- O sinekler; senin düşüncelerin, mallarındır; yaran da ahvalindeki zulmet!
- آن مگس اندیشهها و آن مال تو ** ریش تو آن ظلمت احوال تو
- Eğer o yaraya pîr merhem korsa o zaman derdin iyileşir, feryat ve figanın kesilir. 3225
- ور نهد مرهم بر آن ریش تو پیر ** آن زمان ساکن شود درد و نفیر
- Yara sahibi, merhem konunca sıhhat buldum sanır. Halbuki hakikatte oraya merhemin ışığı vurmuştur.
- تا که پندارد که صحت یافته ست ** پرتو مرهم بر آن جا تافته ست
- Kendine gel, ey sırtı yaralı, merhemden baş çekme; iyileşince de kendi kendime iyileştim deme, sıhhati merhemden bil!
- هین ز مرهم سر مکش ای پشت ریش ** و آن ز پرتو دان مدان از اصل خویش
- Vahiy kâtibine vahyin ışığı urunca âyeti Peygamber Aleyhisselâm’dan önce okuması ve “Bana da vahiy geliyor” diyerek dininden dönmesi
- مرتد شدن کاتب وحی به سبب آن که پرتو وحی بر او زد آن آیت را پیش از پیغامبر صلی الله علیه و اله بخواند گفت پس من هم محل وحیم
- Osman’dan önce bir kâtip vardı. Vahyi yazmağa gayret ederdi.
- پیش از عثمان یکی نساخ بود ** کاو به نسخ وحی جدی مینمود
- Peygamber, kendisine vahyedilen âyetleri söyledi mi o, hemen kâğıda yazardı.
- چون نبی از وحی فرمودی سبق ** او همان را وانبشتی بر ورق
- Vahyin ışığı, kâtibe vurunca, gönlüne bazı hikmetler doğardı. 3230
- پرتو آن وحی بر وی تافتی ** او درون خویش حکمت یافتی
- Peygamber de onun içine doğanları aynen söylerdi. O herzevekil, bu kadarcık bir şeyden azdı. Yoldan çıkıp.
- عین آن حکمت بفرمودی رسول ** زین قدر گمراه شد آن بو الفضول
- ”Tanrıdan nur alan Peygamber, ne söylüyorsa o söylediği şey, benim gönlümde, o hakikat benim de gönlüme doğmakta” dedi.
- کانچه میگوید رسول مستنیر ** مر مرا هست آن حقیقت در ضمیر
- Düşüncesinin ışığı, Peygambere vurdu, kâtibin canına Tanrı’nın kahrı gelip çattı.
- پرتو اندیشهاش زد بر رسول ** قهر حق آورد بر جانش نزول