- Aşağılık kişilerin hasret naralarından, “ ah, ah” diye bağrışmalarından kulağım sağır oldu.
- کر شد این گوشم ز بانگ آه آه ** از خسان و نعرهی وا حسرتاه
- Bu söylediklerim ancak işaretlerden ibarettir. Daha derin söylerim ama Peygamberi incitmekten korkuyorum.”
- این اشارتهاست گویم از نغول ** لیک میترسم ز آزار رسول
- Zeyd, böylece sarhoş, harap bir surette söyleyip duruyordu. Peygamber, yakasını büktü.
- همچنین میگفت سر مست و خراب ** داد پیغمبر گریبانش به تاب
- Dedi ki: “ Kendine gel, atın pek hızlı gidiyor, yuları çek. “Tanrı haya etmez” hükmünün aksi vurdu, utanma ortadan kalktı.
- گفت هین در کش که اسبت گرم شد ** عکس حق لا يستحيی زد شرم شد
- Aynan, kılıftan çıktı. Ayna ve terazi yalan söyler mi? 3545
- آینهی تو جست بیرون از غلاف ** آینه و میزان کجا گوید خلاف
- Ayna ile terazi, kimse incinmesin, utanmasın diye sözünü saklar mı?
- آینه و میزان کجا بندد نفس ** بهر آزار و حیای هیچ کس
- Ayna ile teraziye yüzlerce yıl hizmet etsen onlar yine doğrucu ve kadri yüce mihenklerdir.
- آینه و میزان محکهای سنی ** گر دو صد سالش تو خدمتها کنی
- Sen benim sırrımı sakla, doğruyu gizle; sen de eksik gösterme, fazla göster, ( diye yalvarsan bile)
- کز برای من بپوشان راستی ** بر فزون بنما و منما کاستی
- Onlar sana “ Kendini maskara etme ayna, terazi nerede; hile düzen nerede?
- اوت گوید ریش و سبلت بر مخند ** آینه و میزان و آن گه ریو و پند
- Tanrı, hakikatlerin bizim vasıtamızla anlaşılması için kadrimizi yüceltti. 3550
- چون خدا ما را برای آن فراخت ** که به ما بتوان حقیقت را شناخت
- Eğer bu doğruluğumuz olmasaydı ne değerimiz olurdu; iyilerin yüzünü nasıl ağartırdık?” derler.
- این نباشد ما چه ارزیم ای جوان ** کی شویم آیین روی نیکوان
- Fakat sen, gönlüne Sinâ dağındaki Tanrı tecellisi vurduysa bile yine aynayı koynuna koy!”
- لیک در کش در نمد آیینه را ** گر تجلی کرد سینا سینه را
- Zeyd, “ Tanrı güneşi, ezeli güneş, hiç koltuğa sığar mı?
- گفت آخر هیچ گنجد در بغل ** آفتاب حق و خورشید ازل
- Aslı olmayan şeyleri de yırtar, yakar; koltuğu da. Önünde ne delilik kalır, ne akıllılık!” dedi.
- هم دغل را هم بغل را بر درد ** نه جنون ماند به پیشش نه خرد
- Peygamber dedi ki: “ Bir parmağını gözünün üstüne koydun mu... dünyayı güneşsiz görürsün. 3555
- گفت یک اصبع چو بر چشمی نهی ** بیند از خورشید عالم را تهی
- Bir parmak bile, aya perde oluyor. İşte bu padişahın ayıp örtücülüğüne alâmettir.
- یک سر انگشت پردهی ماه شد ** وین نشان ساتری الله شد
- Bu suretle bir nokta ( gibi olan parmak), cihanı örter; bir sürçme de güneşi küsufa uğratır.
- تا بپوشاند جهان را نقطهای ** مهر گردد منکسف از سقطهای
- Dudağını yum, denizin dibine bak. Tanrı, denizi, insana mahkûm etmiştir.
- لب ببند و غور دریایی نگر ** بحر را حق کرد محکوم بشر
- Nitekim Selsebîl ve Zencebîl ırmakları da Tanrı’nın cennete koyduğu kulların hükmü altındadır.
- همچو چشمهی سلسبیل و زنجبیل ** هست در حکم بهشتی جلیل
- Cennetin dört ırmağı bizim hükmümüzdedir. Fakat bu gücümüzden, kuvvetimizden değil...Tanrı emriyle böyledir. 3560
- چار جوی جنت اندر حکم ماست ** این نه زور ما ز فرمان خداست
- Bu ırmaklar, büyücülerin hükümlerine uyan büyüler gibi bizim hükmümüzdedir; onları nereye istersek oraya akıtırız.
- هر کجا خواهیم داریمش روان ** همچو سحر اندر مراد ساحران
- Bu akıp duran ve gönlün hükmü altında, canın fermanına tâbi bulunan iki göz çeşmesi gibi...
- همچو این دو چشمهی چشم روان ** هست در حکم دل و فرمان جان
- Gönül dilerse gözler; zehrin, yılanların bulunduğu tarafa gider; gönül dilerse baktığı şeylerden ibret alır.
- گر بخواهد رفت سوی زهر و مار ** ور بخواهد رفت سوی اعتبار
- Gönül dilerse görülen şeylere bakar; gönül dilerse örtülü , gizli şeylere akar.
- گر بخواهد سوی محسوسات رفت ** ور بخواهد سوی ملبوسات رفت
- Gönül dilerse, gözleri külliyat tarafına sevk eder; gönül dilerse cüziyatta hapseyler. 3565
- گر بخواهد سوی کلیات راند ** ور بخواهد حبس جزویات ماند