- Halk, seyretmek için tapuya geldiler, düşünceye kapılmış olan genç de onların arasına katılıp huzura vardı.
- آمدند از بهر نظاره رجال ** در میانشان آن که بد صاحب خیال
- Süleyman’ın parmağında yüzüğü görünce düşüncesi, kuruntusu tamamı ile geçti.
- چون در انگشتش بدید انگشتری ** رفت اندیشه و تحری یک سری
- Vehim, işin gizli, kapalı olduğu zamandadır. Bu araştırma görünmeyen şey içindir. 3625
- وهم آن گاه است کان پوشیده است ** این تحری از پی نادیده است
- Ortada olmayan şeyin kuruntusu, büyüdükçe büyür. Fakat gaypta olana şey, meydana çıktı mı, kuruntu geçer.
- شد خیال غایب اندر سینه زفت ** چون که حاضر شد خیال او برفت
- Nurlu gökyüzü yağışsız olmaz ama kara yeryüzü de nebatatı yetiştirmeden vazgeçmez.
- گر سمای نور بیباریده نیست ** هم زمین تار بیبالیده نیست
- Bana gayba iman edenler gerek... Onun için bu fâni konağın penceresini örttüm.
- يؤمنون بالغيب میباید مرا ** ز آن ببستم روزن فانی سرا
- Nasıl izhar eder de gökleri yarar, açarım; eğer hakikatleri meydana korsam, nasıl “ Bunda bir ayıp, bir noksan gördün mü?” diyebilirim?
- چون شکافم آسمان را در ظهور ** چون بگویم هل تری فیها فطور
- Bu karanlıkta arayıp taradıkça herkes, yüzünü bir tarafa çevirir; 3630
- تا در این ظلمت تحری گسترند ** هر کسی رو جانبی میآورند
- İşler bir zaman aksine gider; hırsız, polisi dar ağacına sürükler...
- مدتی معکوس باشد کارها ** شحنه را دزد آورد بر دارها
- Böylece bir nice sultan, bir nice yüce himmetli, bir müddet kendi kuluna kul olur.
- تا که بس سلطان و عالی همتی ** بندهی بندهی خود آید مدتی
- Kul, efendisinin huzurunda değilken de kulluğunu korur, itaatten çıkmazsa bu kulluk iyi ve hoş bir kulluktur.
- بندگی در غیب آید خوب و گش ** حفظ غیب آید در استعباد خوش
- Bu padişahın önünde onu öğen kişi nerede, padişah yokken bile ondan utanıp çekinen nerede.
- کو که مدح شاه گوید پیش او ** تا که در غیبت بود او شرم رو
- Memleket ucunda, padişahtan saltanat sayesinden uzak bir kale dizdarı; 3635
- قلعه داری کز کنار مملکت ** دور از سلطان و سایهی سلطنت
- Kaleyi düşmanlardan korur, orasını sayısız mal ve para verse bile satmaz,
- پاس دارد قلعه را از دشمنان ** قلعه نفروشد به مال بیکران
- Padişah orada değilken, hudut boylarında, padişahın huzurundaymış gibi vefakârlıkta bulunursa;
- غایب از شه در کنار ثغرها ** همچو حاضر او نگه دارد وفا
- O dizdar; elbette padişahın yanında, huzurunda bulunan ve can feda eden kişilerden daha değerlidir.
- پیش شه او به بود از دیگران ** که به خدمت حاضرند و جان فشان
- Şu halde yarı zerre miktarı, fakat gaibane emir tutmak; emredicinin huzurunda kulluk etmek ve emrine uymaktan yüz binlerce defa üstündür.
- پس به غیبت نیم ذرهی حفظ کار ** به که اندر حاضری ز آن صد هزار
- Kulluk ve iman, şimdi makbuldür. Fakat ölümden sonra her şey meydana çıkınca inanmak, bir işe yaramaz. 3640
- طاعت و ایمان کنون محمود شد ** بعد مرگ اندر عیان مردود شد
- Hakikatın kapalı, örtülü olması ve gayba inanmak daha iyi, daha makbul olunca ağzın kapalı, dudağın yumuk olması elbette iyidir.
- چون که غیب و غایب و رو پوش به ** پس لبان بر بند لب خاموش به
- Kardeş, sözden el çek ki bizzat Tanrı, sende Ledün ilmini meydana çıkarsın.
- ای برادر دست وا دار از سخن ** خود خدا پیدا کند علم لدن
- Güneşin varlığına delil kendisi yeter. Tanrı’dan daha ulu şahit kimdir?
- بس بود خورشید را رویش گواه ** أی شیء أعظم الشاهد إله
- Hayır... Söyleyeceğim çünkü Kur’an’da şahadet hususunda hep beraberce Tanrı da anılmıştır, melek de âlimler de.
- نه بگویم چون قرین شد در بیان ** هم خدا و هم ملک هم عالمان
- Tanrı da şahadet eder, melekler de, bilgili kişiler de: Şüphe yok ki Rabb, ancak daimî Tanrı’dır... 3645
- یشهد الله و الملک و اهل العلوم ** إنه لا رب إلا من یدوم
- Hak, şahadet edince melek kim oluyor ki şahadette Tanrı ile müşterek olsun!
- چون گواهی داد حق که بود ملک ** تا شود اندر گواهی مشترک
- Çünkü ziyaya tahammül edemeyen zavallı gözlerle biçare gönüllerin güneşin nuruna ve güneşe takatleri yoktur.
- ز آن که شعشاع حضور آفتاب ** بر نتابد چشم و دلهای خراب