English    Türkçe    فارسی   

1
3644-3668

  • Hayır... Söyleyeceğim çünkü Kur’an’da şahadet hususunda hep beraberce Tanrı da anılmıştır, melek de âlimler de.
  • نه بگویم چون قرین شد در بیان ** هم خدا و هم ملک هم عالمان‌‌
  • Tanrı da şahadet eder, melekler de, bilgili kişiler de: Şüphe yok ki Rabb, ancak daimî Tanrı’dır... 3645
  • یشهد الله و الملک و اهل العلوم ** إنه لا رب إلا من یدوم‌‌
  • Hak, şahadet edince melek kim oluyor ki şahadette Tanrı ile müşterek olsun!
  • چون گواهی داد حق که بود ملک ** تا شود اندر گواهی مشترک‌‌
  • Çünkü ziyaya tahammül edemeyen zavallı gözlerle biçare gönüllerin güneşin nuruna ve güneşe takatleri yoktur.
  • ز آن که شعشاع حضور آفتاب ** بر نتابد چشم و دلهای خراب‌‌
  • Bu çeşit gözler, böyle gönüller, yarasaya benzerler. Yarasa güneşin ışığına, güneşin hararetine tahammül edemez, ümidini keser ( güneşten mahrum kalır)
  • چون خفاشی کاو تف خورشید را ** بر نتابد بگسلد اومید را
  • Gökyüzünde cilve eden güneşe şahadette, melekleri de bize dost, bize eş bil!
  • پس ملایک را چو ما هم یار دان ** جلوه گر خورشید را بر آسمان‌‌
  • “ Biz o tek güneşten nurlandık, güneşin halifesi gibi zayıfları nurlandık” diye şahadet ederler. 3650
  • کاین ضیا ما ز آفتابی یافتیم ** چون خلیفه بر ضعیفان تافتیم‌‌
  • Her melek; yeni ay, yahut üç günlük ay, yahut da dolunay gibi kemal, nur ve kudret sahibidir.
  • چون مه نو یا سه روزه یا که بدر ** مرتبه‌‌ی هر یک ملک در نور و قدر
  • O şûle; üçer, dörder kanatlı meleklerin her birine, mertebelerine göre vurmakta, onları nurlandırmaktadır.
  • ز اجنحه‌‌ی نور ثلاث او رباع ** بر مراتب هر ملک را آن شعاع‌‌
  • Meleklerin kanatları insanların akıl kanatlarına benzer. İnsanların akılları arasında da çok fark vardır.
  • همچو پرهای عقول انسیان ** که بسی فرق است شان اندر میان‌‌
  • İyilikte olsun, kötülükte olsun her insana kendisine benzer bir melek arkadaştır.
  • پس قرین هر بشر در نیک و بد ** آن ملک باشد که مانندش بود
  • Gözü tahammül edemediği için çipile, yıldız ışık verir, o da bu suretle yol bulur. 3655
  • چشم اعمش چون که خور را بر نتافت ** اختر او را شمع شد تا ره بیافت‌‌
  • Peygamber Sallâllahu Aleyhi Vesellem’in Zeyd’e “Bunun sırrını faşetme; gözet!” demesi
  • گفتن پیغامبر علیه السلام مر زید را که این سر را فاش تر از این مگو و متابعت نگاه دار
  • Peygamber “ Sahabem yıldızlar gibi yola gidenlere ışık, şeytanlara taştır” dedi.
  • گفت پیغمبر که اصحابی نجوم ** رهروان را شمع و شیطان را رجوم‌‌
  • Herkes uzaktan görebilseydi gökyüzündeki güneşle nurlanırdı.
  • هر کسی را گر بدی آن چشم و زور ** کاو گرفتی ز آفتاب چرخ نور
  • Ve ey aşağılık kişi, güneşin nuruna delalet etmek üzere yıldıza ne lûzum kalırdı?
  • کی ستاره حاجت استی ای ذلیل ** که بدی بر نور خورشید او دلیل‌‌
  • Ay; buluta, toprağa ve gölge der ki: “Ben de sizin gibi insanım. Ancak bana vahiy geliyor.
  • ماه می‌‌گوید به خاک و ابر و فی ** من بشر بودم ولی یوحی الی‌‌
  • Ben de yaratılışta sizin gibi karanlıktım. Fakat vahiy güneşi, bana böyle bir nur verdi. 3660
  • چون شما تاریک بودم در نهاد ** وحی خورشیدم چنین نوری بداد
  • Güneşlere nispetle biraz karanlığım, fakat insanların karanlıklarına nispetle nurluyum.
  • ظلمتی دارم به نسبت با شموس ** نور دارم بهر ظلمات نفوس‌‌
  • Tahammül edebilesin diye nurum zayıf. Çünkü sen parlak güneşin eri değilsin.
  • ز آن ضعیفم تا تو تابی آوری ** که نه مرد آفتاب انوری‌‌
  • Balla sirkeden meydana gelen sirkengebin gibi ben de nurlu zulmetten meydana geldim ve bu suretle kalp hastalığına yol buldum, faydalı oldum.
  • همچو شهد و سرکه در هم بافتم ** تا سوی رنج جگر ره یافتم‌‌
  • Hasta adam hastalıktan kurtulunca sirkeyi bırak bal yiye gör.”
  • چون ز علت وارهیدی ای رهین ** سرکه را بگذار و می‌‌خور انگبین‌‌
  • Gönül tahtı, heva ve hevesten arındı; gönülde “Er Rahmânu alel arşistevâ” sırrı zuhur etti. 3665
  • تخت دل معمور شد پاک از هوا ** بین که الرحمن علی العرش استوی‌‌
  • Bundan sonra Hak, gönle vasıtasız hükmeder. Çünkü gönül bu rabıtayı buldu.
  • حکم بر دل بعد از این بی‌‌واسطه ** حق کند چون یافت دل این رابطه‌‌
  • Bu sözün de sonu yoktur. Zeyd nerede? Ona rüsvay olmak iyi değildir, diyeyim!
  • این سخن پایان ندارد زید کو ** تا دهم پندش که رسوایی مجو
  • Zeyd’in hikâyesine dönüş
  • رجوع به حکایت زید
  • Artık Zeyd’i bulamazsın, o kaçtı; kapı yanındaki son saftan fırladı, papuçlarını bile bıraktı!
  • زید را اکنون نیابی کاو گریخت ** جست از صف نعال و نعل ریخت‌‌