- Tahammül edebilesin diye nurum zayıf. Çünkü sen parlak güneşin eri değilsin.
- ز آن ضعیفم تا تو تابی آوری ** که نه مرد آفتاب انوری
- Balla sirkeden meydana gelen sirkengebin gibi ben de nurlu zulmetten meydana geldim ve bu suretle kalp hastalığına yol buldum, faydalı oldum.
- همچو شهد و سرکه در هم بافتم ** تا سوی رنج جگر ره یافتم
- Hasta adam hastalıktan kurtulunca sirkeyi bırak bal yiye gör.”
- چون ز علت وارهیدی ای رهین ** سرکه را بگذار و میخور انگبین
- Gönül tahtı, heva ve hevesten arındı; gönülde “Er Rahmânu alel arşistevâ” sırrı zuhur etti. 3665
- تخت دل معمور شد پاک از هوا ** بین که الرحمن علی العرش استوی
- Bundan sonra Hak, gönle vasıtasız hükmeder. Çünkü gönül bu rabıtayı buldu.
- حکم بر دل بعد از این بیواسطه ** حق کند چون یافت دل این رابطه
- Bu sözün de sonu yoktur. Zeyd nerede? Ona rüsvay olmak iyi değildir, diyeyim!
- این سخن پایان ندارد زید کو ** تا دهم پندش که رسوایی مجو
- Zeyd’in hikâyesine dönüş
- رجوع به حکایت زید
- Artık Zeyd’i bulamazsın, o kaçtı; kapı yanındaki son saftan fırladı, papuçlarını bile bıraktı!
- زید را اکنون نیابی کاو گریخت ** جست از صف نعال و نعل ریخت
- Sen kim oluyorsun? Zeyd bile, üstüne güneş vurmuş yıldız gibi kendisini kaybetti, bulamadı!
- تو که باشی زید هم خود را نیافت ** همچو اختر که بر او خورشید تافت
- Ondan ne bir nakış bulabilirsin, ne bir nişan... Hattâ ne de saman uğrusu yoluna gidebilmek için bir saman çöpü! 3670
- نی از او نقشی بیابی نی نشان ** نی کهی یابی نه راه کهکشان
- Duygularımızla sonu gelmeyen sözümüz, sultanımızın bilgi nurunda mahvoldu.
- شد حواس و نطق با پایان ما ** محو نور دانش سلطان ما
- (Bu mazhariyete erenlerin) duygularıyla akılları iç âlemde “Ledeynâ Muhdarûn” denizinde dalgalanmakta, dalga dalga üstüne, çoşup durmaktadır.
- حسها و عقلهاشان در درون ** موج در موج لدينا محضرون
- Fakat gece olunca gene teklif ve icazet vakti gelir; gizlenmiş yıldızlar işlerine, güçlerine koyulurlar.
- چون شب آمد باز وقت بار شد ** انجم پنهان شده بر کار شد
- Tanrı akılsızların akıllarını kulaklarında halka halka küpeler olduğu halde geri verir.
- بیهشان را وادهد حق هوشها ** حلقه حلقه حلقهها در گوشها
- Hepsi hamdüsena ederek ayaklarını vurur, ellerini çırpar, nazlı nazlı “Rabbimiz bizi dirilttin bize hayat verdin” derler. 3675
- پای کوبان دست افشان در ثنا ** ناز نازان ربنا أحییتنا
- O çürümüş deriler, dökülmüş kemikler, yerden tozlar koparan atlılar kesilir;
- آن جلود و آن عظام ریخته ** فارسان گشته غبار انگیخته
- Kıyamet günü, şükrederek, yahut kâfir olarak yokluktan varlığa hamle ederler.
- حمله آرند از عدم سوی وجود ** در قیامت هم شکور و هم کنود
- Niçin başını çevirir, görmezlikten gelirsin? Önce yoklukta da böyle baş çevirmemiş miydin?
- سر چه میپیچی کنی نادیدهای ** در عدم ز اول نه سرپیچیدهای
- “Beni nerede yerimden tedirgin edecek? Deyip yoklukta da böyle ayağını diremiştin.
- در عدم افشرده بودی پای خویش ** که مرا که بر کند از جای خویش
- Tanrı’nın sun’u; görmüyor musun? Nasıl seni alnındaki perçemden tutup çekerek: 3680
- مینبینی صنع ربانیت را ** که کشید او موی پیشانیت را
- Evvelce hatırı hayalinde olmayan bu çeşit hallere uğrattı.
- تا کشیدت اندر این انواع حال ** که نبودت در گمان و در خیال
- O yokluk da daima Tanrı’ya kuldur. Ey dev, kulluk et. Süleyman diridir!
- آن عدم او را هماره بنده است ** کار کن دیوا سلیمان زنده است
- Dev, havuzlar gibi kâseler yapmakta; kudreti yok ki bu işi yapmaktan vazgeçsin, yahut emredene bir cevap versin!
- دیو میسازد جفان کالجواب ** زهره نی تا دفع گوید یا جواب
- Bir kendine bak, yok olmaktan nasıl titreyip durmaktasın? Yokluğu da aynen böyle tir tir titrer bil!
- خویش را بین چون همیلرزی ز بیم ** مر عدم را نیز لرزان دان مقیم
- Dünya mansıplarını elde etsen bile yine kaybetme korkusundan canın çıkar. 3685
- ور تو دست اندر مناصب میزنی ** هم ز ترس است آن که جانی میکنی
- En güzel olan (Güzeller güzeli ) Tanrı’nın aşkından başka ne varsa can çekişmeden ibarettir, hattâ şeker yemek bile!
- هر چه جز عشق خدای احسن است ** گر شکر خواری است آن جان کندن است