English    Türkçe    فارسی   

1
389-413

  • Ruhlar, her gece bu kafesten kurtulurlar, ne kimsenin hâkimi, ne de mahkûmu olmayarak feragate ulaşırlar.
  • می‌‌رهند ارواح هر شب زین قفس ** فارغان، نه حاکم و محکوم کس‌‌
  • Geceleyin zindandakilerin zindandan haberleri yoktur, sultana mensup davetliler, geceleyin devletten haberdar değildirler. 390
  • شب ز زندان بی‌‌خبر زندانیان ** شب ز دولت بی‌‌خبر سلطانیان‌‌
  • Ne gam var, ne kâr ve ne zarar düşüncesi. Ne bu filân kadının hayali, ne o filân erkeğin kuruntusu!
  • نه غم و اندیشه‌‌ی سود و زیان ** نه خیال این فلان و آن فلان‌‌
  • Arifin hali, uyanıkken de budur, Tanrı ”onlar uykudadırlar” dedi, bunu inkâr etme.
  • حال عارف این بود بی‌‌خواب هم ** گفت ایزد هم رقود زین مرم‌‌
  • Onlar, gece gündüz dünya ahvalinden uykudadırlar; Rabb’in elinde evirip çevirdiği kalem gibidirler.
  • خفته از احوال دنیا روز و شب ** چون قلم در پنجه‌‌ی تقلیب رب‌‌
  • Yazı esnasında eli görmeyen kimse, kalemin hareketini, kalemden sanır.
  • آن که او پنجه نبیند در رقم ** فعل پندارد به جنبش از قلم‌‌
  • Tanrı, arifin bu halinden halka pek az bir miktarını gösterdi; halkı ise hisse mensup uyku kapladı (gaflete dalıp arifi anlamadılar). 395
  • شمه‌‌ای زین حال عارف وانمود ** خلق را هم خواب حسی در ربود
  • Onların canı: sırrına akıl almaz sahraya gitti. Ruhları da istirahatte, bedenleri de.
  • رفته در صحرای بی‌‌چون جانشان ** روحشان آسوده و ابدانشان‌‌
  • Sonra tekrar bir ıslıkla onları tuzağa çeker, hepsini teklif kaydine düşürürsün.
  • وز صفیری باز دام اندر کشی ** جمله را در داد و در داور کشی‌‌
  • Sabahı zuhura getiren, İsrafil gibi, herkesi o diyardan suret âlemine getirir;
  • فالق الإصباح اسرافیل‌‌وار ** جمله را در صورت آرد ز ان دیار
  • Yayılmış ruhları cisim yapar, her cismi de tekrar gebe bırakır.
  • روحهای منبسط را تن کند ** هر تنی را باز آبستن کند
  • Can atlarını eğersiz kor; bu, “uyku ölümün kardeşidir” sırrıdır. 400
  • اسب جانها را کند عاری ز زین ** سر النوم اخ الموت است این‌‌
  • Fakat gündüzün geri gelmeleri için ayaklarını uzun bir bağla bağlar.
  • لیک بهر آن که روز آیند باز ** بر نهد بر پایشان بند دراز
  • Ta ki o çayırdan, onu geri çeke ve otlaktan yine yük altına getire.
  • تا که روزش واکشد ز ان مرغزار ** وز چراگاه آردش در زیر بار
  • Keşki Eshâb-ı Kehf gibi yahut Nuh’un gemisi gibi bu ruhu koruyaydı.
  • کاش چون اصحاب کهف این روح را ** حفظ کردی یا چو کشتی نوح را
  • Da bu fikir, bu göz ve kulak; şu uyanıklık ve akıl tufanından kurtulaydı.
  • تا از این طوفان بیداری و هوش ** وارهیدی این ضمیر چشم و گوش‌‌
  • Dünyada nice Eshab-ı Kehf vardır ki bu zamanda senin yanı başında ve önündedir. 405
  • ای بسی اصحاب کهف اندر جهان ** پهلوی تو پیش تو هست این زمان‌‌
  • Mağara da, dost da onunla terennüm etmektir. Ne fayda, senin gözünde ve kulağında mühür var?
  • غار با او یار با او در سرود ** مهر بر چشم است و بر گوشت چه سود
  • Halifenin Leylâ’yı görmesi
  • قصه‌‌ی دیدن خلیفه لیلی را
  • Halife, Leylâ’ya dedi ki: ”Sen o musun ki Mecnun, senin aşkından perişan oldu ve kendini kaybetti.
  • گفت لیلی را خلیفه کان توی ** کز تو مجنون شد پریشان و غوی‌‌
  • Sen başka güzellerden güzel değilsin. ” Leyla, “Sus, çünkü sen Mecnun değilsin” diye cevap verdi.
  • از دگر خوبان تو افزون نیستی ** گفت خامش چون تو مجنون نیستی‌‌
  • Uyanık olan daha ziyade uykudadır. Onun uyanıklığı uykusundan beterdir.
  • هر که بیدار است او در خواب‌‌تر ** هست بیداریش از خوابش بتر
  • Canımız Hak ile uyanık olmazsa uyanıklık, bizim için iki dağ arasındaki boğaz ve geçit gibidir. 410
  • چون به حق بیدار نبود جان ما ** هست بیداری چو در بندان ما
  • Canın; her gün hayalin tekmesini yemeden, ziyandan, faydadan, elden çıkarma, kaybetme korkusundan.
  • جان همه روز از لگدکوب خیال ** وز زیان و سود وز خوف زوال‌‌
  • Ne temizliği kalır, letafeti, ne kuvveti, ne de göklere çıkacak yolu!
  • نی صفا می‌‌ماندش نی لطف و فر ** نی به سوی آسمان راه سفر
  • Uyumuş ona derler ki o, her hayalden ümitlenir, onunla konuşur;
  • خفته آن باشد که او از هر خیال ** دارد اومید و کند با او مقال‌‌