English    Türkçe    فارسی   

1
3985-4003

  • Ben, o nur denizinin kulu, kurbanıyım ki böyle bir inci izhar eder. 3985
  • Bana kelime-i şahadeti söyle, bende söyleyeyim ki seni zamanın en yücesi gördüm” dedi.
  • Onlar beraber akrabasından, kavminden elli kişiye yakın kimse de âşıkçasına dine yüz tuttular, müslüman oldular.
  • Ali, ilim kılıcıyla bu kadar boğazı, bu kadar halkı kılıçtan kurtardı.
  • Hilim kılıcı, demir kılıçtan daha keskin, hattâ yüzlerce ordudan daha galip, daha üstündür.
  • Yazıklar olsun ki iki lokmacık yendi de bu yüzden fikir çoşkunluğu dondu, yatıştı. 3990
  • Bir buğday tanesi, Âdem Peygamberin güneşinin tutulmasına... Arzın, güneş ile ay arasına girmesi, dolunayın kararmasına sebep oldu.
  • İşte sana gönlün letafeti! Bir avuç balçıktan (bir iki lokma ekmekten) ay darmadağın bir hale gelmekte!
  • Ekmek manevi olursa yenmesinde fayda var. Fakat bildiğimiz ekmeğin faydası yok, kalbi daraltıyor.
  • Manevi ekmek, yeşil diken gibi... deve yiyince yüz türlü fayda, yüzlerce lezzet bulmakta.
  • Fakat yeşilliği gitti de kurudu mu, onu çölde deve yiyince; 3995
  • Damağını avurdunu yırtar, paralar. Yazıklar olsun; öyle yetişmiş gül kılıç kesildi.
  • Ekmek de manevi oldukça o yeşil dikendi. Fakat şimdi zâhiri ekmek olduğundan kupkuru bir hale geldi, sertleşti.
  • Ey nazlı nazenin varlık (ey Husâmeddin), bundan önce onu yemeğe alışmıştın.
  • O alışkanlıkla bu kuru ekmeği de alıp yemek istiyorsun ama gayri mâna, yerle karıştı;
  • Toprakla karışık, kaskatı, dili damağı yırtar bir hale geldi. Ey deve, şimdi otu yeme, ondan çekin! 4000
  • Söz, toprakla pek karışık bir hale geliyor, su bulandı... Kuyunun ağzını kapa.
  • Ki Tanrı onu yine sâf, yine hoş bir hale getirsin. Onu bulandıran, durultur da.
  • Maksada sabırla erişilir, aceleyle değil. Sabret, doğrusunu Tanrı daha iyi bilir.