- Nesil tohumunu çorağa dökünce uyanır, kendine gelir, hayalde ondan kaçar. 415
- چون که تخم نسل را در شوره ریختا ** و به خویش آمد خیال از وی گریخت
- O rüyadan elde ettiği baş ağrısı, sersemlik beden pisliğidir. Ah, o zahirde görünen, hakikatte görünmeyen, aslı olmayan hayalden!
- ضعف سر بیند از آن و تن پلید ** آه از آن نقش پدید ناپدید
- Kuş havadadır, gölgesi yerde kuş gibi uçar görünür.
- مرغ بر بالا و زیر آن سایهاش ** میدود بر خاک پران مرغوش
- Ahmağın biri, o gölgeyi avlamaya kalkışır, takati kalmayıncaya kadar koşar.
- ابلهی صیاد آن سایه شود ** میدود چندان که بیمایه شود
- O gölgenin havadaki kuşun aksi olduğundan; o gölgenin aslının nerde bulunduğundan haberi yok!
- بیخبر کان عکس آن مرغ هواست ** بیخبر که اصل آن سایه کجاست
- Gölgeye doğru ok atar. Bu araştırma yüzünden okluk bomboş kalır. 420
- تیر اندازد به سوی سایه او ** ترکشش خالی شود از جستجو
- Ömrünün okluğu boşaldı. Ömür gitti; gölge avı ardında koşmada yandı eridi!
- ترکش عمرش تهی شد عمر رفت ** از دویدن در شکار سایه تفت
- Bir kişinin dadısı, Tanrı gölgesi olursa onu gölgeden ve hayalden kurtarır.
- سایهی یزدان چو باشد دایهاش ** وارهاند از خیال و سایهاش
- Tanrı’ya kul olan, Tanrı gölgesidir. O bu âlemden ölmüş, Tanrı ile dirilmiştir.
- سایهی یزدان بود بندهی خدا ** مرده او زین عالم و زندهی خدا
- Fırsatı kaçırmadan ve şüphe etmeksizin onun eteğine sarıl ki ahir zamanın sonundaki fitnelerden kurtulasın.
- دامن او گیر زودتر بیگمان ** تا رهی در دامن آخر زمان
- Tanrı gölgeyi nasıl uzattı (ayeti) evliyanın nakşidir. Çünkü veli, Tanrı güneşi nurunun delilidir. 425
- کيف مد الظل نقش اولیاست ** کاو دلیل نور خورشید خداست
- Bu yolda bu delil olmaksızın yürüme, Halil gibi “Ben batanları sevmem ” de!
- اندر این وادی مرو بیاین دلیل ** لا أحب الآفلین گو چون خلیل
- Yürü, gölgeden bir güneş bul. Şah Şems-i Tebrîzî’nin eteğine yapış!
- رو ز سایه آفتابی را بیاب ** دامن شه شمس تبریزی بتاب
- Bu düğün ve gelinin bulunduğu yerin yolunu bilmezsen Hak ziyası Hüsameddin’den sor!
- ره ندانی جانب این سور و عرس ** از ضیاء الحق حسام الدین بپرس
- Haset, yolda gırtlağına sarılırsa... bil ki İblis’in tuğyanı hasettedir.
- ور حسد گیرد ترا در ره گلو ** در حسد ابلیس را باشد غلو
- Çünkü o, haset yüzünden Âdem’den arlanır... Kutlulukla haset yüzünden savaşır. 430
- کاو ز آدم ننگ دارد از حسد ** با سعادت جنگ دارد از حسد
- Yolda bundan daha güç geçit yoktur. Ne kutludur o kişi ki yoldaşı, haset değildir.
- ای خنک آن کش حسد همراه نیست ** عقبهای زین صعبتر در راه نیست
- Bu beden, haset evi olagelmiştir. Soy sop hasetten bulaşık bir hale düşer.
- این جسد خانهی حسد آمد بدان ** از حسد آلوده باشد خاندان
- Ten haset evidir ama Tanrı, o teni tertemiz etmiş, arıtmıştır.
- گر جسد خانهی حسد باشد و لیک ** آن جسد را پاک کرد الله نیک
- “Evimi temizleyin” “ayeti” beden temizliğini bildirir. Bedenin tılsımı toprağa mensupsa da hakikatte nur definesidir.
- طهرا بيتي بیان پاکی است ** گنج نور است ار طلسمش خاکی است
- Sen (hakikatte) teni olmayana hile ve haset edersen o hasetten gönül kararır. 435
- چون کنی بر بیجسد مکر و حسد ** ز آن حسد دل را سیاهیها رسد
- Tanrı erlerinin ayakları altına toprak ol! ,bizim gibi sen de hasedin başına toprak at!
- خاک شو مردان حق را زیر پا ** خاک بر سر کن حسد را همچو ما
- Vezirin haset etmesi
- بیان حسد وزیر
- O vezirciğin yaratılışı hasettendi, onun için abes yere kulağını, burnunu yele verdi!
- آن وزیرک از حسد بودش نژاد ** تا به باطل گوش و بینی باد داد
- O ümitle ki haset iğnesinden akan zehirle mahzunları tâ canlarından zehirliye.
- بر امید آن که از نیش حسد ** زهر او در جان مسکینان رسد
- Hasetten burnunu koparan kişi, kendisini kulaksız ve burunsuz bırakır.
- هر کسی کاو از حسد بینی کند ** خویشتن بیگوش و بیبینی کند