English    Türkçe    فارسی   

1
437-461

  • O vezirciğin yaratılışı hasettendi, onun için abes yere kulağını, burnunu yele verdi!
  • آن وزیرک از حسد بودش نژاد ** تا به باطل گوش و بینی باد داد
  • O ümitle ki haset iğnesinden akan zehirle mahzunları tâ canlarından zehirliye.
  • بر امید آن که از نیش حسد ** زهر او در جان مسکینان رسد
  • Hasetten burnunu koparan kişi, kendisini kulaksız ve burunsuz bırakır.
  • هر کسی کاو از حسد بینی کند ** خویشتن بی‌‌گوش و بی‌‌بینی کند
  • Burun, odur ki bir koku alsın ve kokuda, koku alanı bir yüzün bulunduğu tarafa götürsün. 440
  • بینی آن باشد که او بویی برد ** بوی او را جانب کویی برد
  • Kim koku almazsa burunsuzdur, koku da ancak din kokusudur.
  • هر که بویش نیست بی‌‌بینی بود ** بوی آن بوی است کان دینی بود
  • Bir koku alıp onun şükrünü eda etmeyen kimse, küfranı nimet etmiş ve kendi burnunu mahveylemiştir.
  • چون که بویی برد و شکر آن نکرد ** کفر نعمت آمد و بینیش خورد
  • Hem şükret, hem şükredenlere kul ol. Onların huzurunda ölerek ebedî hayat kazan!
  • شکر کن مر شاکران را بنده باش ** پیش ایشان مرده شو پاینده باش‌‌
  • Vezir gibi sermayeyi, yol vuruculuktan edinme. Tanrı kullarını namazdan menetme.
  • چون وزیر از ره زنی مایه مساز ** خلق را تو بر میاور از نماز
  • O kâfir vezir, din nasihatçisi olarak hile ile badem helvasına sarımsak karıştırmıştı! 445
  • ناصح دین گشته آن کافر وزیر ** کرده او از مکر در لوزینه سیر
  • Vezirin hilesini aklı eren Hıristiyanların anlaması
  • فهم کردن حاذقان نصارا مکر وزیر را
  • Zevk sahibi olanlar onun sözünde acılık karışmış bir tat sezdiler.
  • هر که صاحب ذوق بود از گفت او ** لذتی می‌‌دید و تلخی جفت او
  • O, garezle karışık lâtif sözler söylemekte, gül sulu şeker şerbetinin içine zehir dökmekteydi.
  • نکته‌‌ها می‌‌گفت او آمیخته ** در جلاب قند زهری ریخته‌‌
  • Sözünün dış yüzü, yolda çevik ol, diyordu. Ardından da cana, gevşek ol demekteydi.
  • ظاهرش می‌‌گفت در ره چیست شو ** وز اثر می‌‌گفت جان را سست شو
  • Gümüşün dışı ak ve berraksa da el ve elbise ondan katran gibi bir hale hale gelir.
  • ظاهر نقره گر اسپید است و نو ** دست و جامه می سیه گردد ازو
  • Ateş, kıvılcımlarıyla kızıl çehreli görünürse de onun yaptığı işin sonundaki karanlığa bak! 450
  • آتش ار چه سرخ روی است از شرر ** تو ز فعل او سیه کاری نگر
  • Yıldırım, bakışta saf bir nurdan ibaret görünür; (fakat) göz nurunu çalmak (gözü kamaştırmak) onun hassasıdır.
  • برق اگر نوری نماید در نظر ** لیک هست از خاصیت دزد بصر
  • Vezirin sözleri, uyanık ve zevk sahibi olanlardan başkaları için bir boyun halkasıydı (onun sözlerini kabul etmişler, ona uymuşlardı).
  • هر که جز آگاه و صاحب ذوق بود ** گفت او در گردن او طوق بود
  • Vezir, padişahtan altı ay ayrı kaldı, bu müddet zarfında İsa’ya uyanlara penah oldu.
  • مدت شش سال در هجران شاه ** شد وزیر اتباع عیسی را پناه‌‌
  • Halk, umumiyetle dinini de, gönlünü de ona ısmarladı. Onun emir ve hükmü önünde herkes, can feda ediyordu.
  • دین و دل را کل بدو بسپرد خلق ** پیش امر و حکم او می‌‌مرد خلق‌‌
  • Padişahın vezire gizlice haber göndermesi
  • پیغام شاه پنهان با وزیر
  • Padişahla onun arasında haber gidip geliyordu. Padişah, ona gizlice vahitlerde bulunuyordu. 455
  • در میان شاه و او پیغامها ** شاه را پنهان بدو آرامها
  • Padişah “Ey devletli vezirim, vakit geldi, kalbini gamdan tez kurtar” diye mektup yazdı.
  • پیش او بنوشت شه کای مقبلم ** وقت آمد زود فارغ کن دلم‌‌
  • Vezir de “Padişahım; işte şimdicik İsa dinine fitneler salma işindeyim” diye cevap verdi.
  • گفت اینک اندر آن کارم شها ** کافکنم در دین عیسی فتنه‌‌ها
  • Hıristiyanların on iki kısmı
  • بیان دوازده سبط از نصارا
  • Hükümetleri zamanında, İsa kavminin on iki emiri vardır.
  • قوم عیسی را بد اندر دار و گیر ** حاکمانشان ده امیر و دو امیر
  • Her fırka bir emire tâbiydi; kendi beyine tamah yüzünden kul olmuştu.
  • هر فریقی مر امیری را تبع ** بنده گشته میر خود را از طمع‌‌
  • Bu on iki emirler kavimleri, o kötü vezire bağlanmışlardı. 460
  • این ده و این دو امیر و قومشان ** گشته بند آن وزیر بدنشان‌‌
  • Hepsi, onun sözüne itimat ediyordu, hepsi onun mesleğine uymuştu.
  • اعتماد جمله بر گفتار او ** اقتدای جمله بر رفتار او