English    Türkçe    فارسی   

1
484-508

  • Eğer Hakk’ın din işlerini kolaylaştırması, doğru bir yol olsaydı her Yahudi ve Mecusi, Tanrı’yı duyar, anlardı” demişti.
  • گر میسر کردن حق ره بدی ** هر جهود و گبر از او آگه بدی‌‌
  • Öbüründe demişti ki: “Kolay, odur ki gönlü hayatı ve canın gıdası ola. 485
  • در یکی گفته میسر آن بود ** که حیات دل غذای جان بود
  • Tabiatın hoşlandığı her şey, vakti geçince, çorak yere ekilmiş tohum gibi mahsul vermez.
  • هر چه ذوق طبع باشد چون گذشت ** بر نیارد همچو شوره ریع و کشت‌‌
  • Onun mahsulü, pişmanlıktan başka bir şey olmaz; onun kazancı, sahibine ziyandan başka bir şey getirmez.
  • جز پشیمانی نباشد ریع او ** جز خسارت پیش نارد بیع او
  • O zevk, sonunda da önünde olduğu gibi kolay ve hoş görünmez; nihayette adı güç olur, güçlenmiş bir hale gelir.
  • آن میسر نبود اندر عاقبت ** نام او باشد معسر عاقبت‌‌
  • Sen güçleştirilmişle, kolaylaştırılmışı, birbirinden ayırt et; bunun yüzünü de sonuna nazaran gör, onun yüzünü de sonuna nazaran.”
  • تو معسر از میسر باز دان ** عاقبت بنگر جمال این و آن‌‌
  • Bir tomarda da; “Bir üstat ara. Akıbeti görme hassasını nesepte (şunun bunun soyundan gelmiş olmakta ve bununla öğünende) bulamazsın. 490
  • در یکی گفته که استادی طلب ** عاقبت بینی نیابی در حسب‌‌
  • Her çeşit din sâlikleri üstat aramaksızın, peygamberlere tâbi olmaksızın işlerin akıbetlerini gördüler, kendi akıllarınca netice hakkında istidlâllerde bulundular da bu yüzden hata ve dalâlete düştüler.
  • عاقبت دیدند هر گون ملتی ** لاجرم گشتند اسیر زلتی‌‌
  • Akıbet görme; elle dokunmuş, örülmüş değildir. Böyle olsaydı dinlerde nasıl ayrılık olurdu?” demişti.
  • عاقبت دیدن نباشد دست‌‌باف ** ور نه کی بودی ز دینها اختلاف‌‌
  • Bir tanesinde demişti ki: “Usta da sensin; çünkü ustayı da sen tanırsın.
  • در یکی گفته که استا هم تویی ** ز انکه استا را شناسا هم تویی‌‌
  • Er ol, erlerin maskarası olma; kendi başının çaresine bak sersemleşme.”
  • مرد باش و سخره‌‌ی مردان مشو ** رو سر خود گیر و سر گردان مشو
  • Bir diğerinde; “Bunların hepsi birdir. İki gören kimse şaşı adamcağızdır” demiş. 495
  • در یکی گفته که این جمله یکی است ** هر که او دو بیند احول مردکی است‌‌
  • Bir tomarda da; “Yüz, nasıl bir olur, bunu kim düşünür, meğerki deli olsun!
  • در یکی گفته که صد یک چون بود ** این کی اندیشد مگر مجنون بود
  • Bunların her biri, öbürünün zıddıdır. Gayrı zehirle şeker nice bir olur?
  • هر یکی قولی است ضد همدگر ** چون یکی باشد یکی زهر و شکر
  • Zehirden de, şekerden de geçmedikçe vahdet bahçesinden nice koku alabilirsin? demişti.
  • تا ز زهر و از شکر در نگذری ** کی تو از گلزار وحدت بر بری‌‌
  • O İsa dinine düşman olan vezir bu tarz da, bu çeşitte on iki tomar yazdı.
  • این نمط وین نوع ده طومار و دو ** بر نوشت آن دین عیسی را عدو
  • İhtilaf; gidiş tarzındadır, yolun hakikatinde değil
  • بیان آن که این اختلافات در صورت روش است نه در حقیقت راه
  • O, İsa’nın bir renkte oluşundan koku almamıştı. O, İsa küpünün mizacından huy kapmamıştı. 500
  • او ز یک رنگی عیسی بو نداشت ** وز مزاج خم عیسی خو نداشت‌‌
  • Yüz renkli elbise, İsa’nın saf küpünden saba rüzgârı gibi sade ve lâtif bir hale gelir, tek bir renge boyanırdı.
  • جامه‌‌ی صد رنگ از آن خم صفا ** ساده و یک رنگ گشتی چون صبا
  • Birlikteki bu tek renklilik, insana usanç ve sıkıntı veren tek renklilik değildir. Belki o tek renk deniz gibidir, ona dalanlar da balık gibi hayat ve neşe içindedirler.
  • نیست یک رنگی کز او خیزد ملال ** بل مثال ماهی و آب زلال‌‌
  • Karada gerçi binlerce renk var, ama balıkların kurulukla cengi var!
  • گر چه در خشکی هزاران رنگهاست ** ماهیان را با یبوست جنگهاست‌‌
  • Misal olarak söylenen balık kimdir, deniz nedir ki yüce ve ulu padişah, ona benzesin!
  • کیست ماهی چیست دریا در مثل ** تا بدان ماند ملک عز و جل‌‌
  • Varlık âlemindeki yüz binlerce denizler ve balıklar, o ikram ve ihsan huzurunda secde ederler. 505
  • صد هزاران بحر و ماهی در وجود ** سجده آرد پیش آن اکرام و جود
  • Nice ihsan yağmuru yağdı da deniz, inciler saçıcı bir hale geldi.
  • چند باران عطا باران شده ** تا بدان آن بحر در افشان شده‌‌
  • Nice kerem güneşi nur saçtı da bulut ve deniz, cömertlik öğrendi.
  • چند خورشید کرم افروخته ** تا که ابر و بحر جود آموخته‌‌
  • Suya ve toprağa zatının ışığı vurdu da o sebeple yeryüzü, tane ve tohum kabul eder oldu.
  • پرتو دانش زده بر آب و طین ** تا شده دانه پذیرنده‌‌ی زمین‌‌