- Nice kerem güneşi nur saçtı da bulut ve deniz, cömertlik öğrendi.
- چند خورشید کرم افروخته ** تا که ابر و بحر جود آموخته
- Suya ve toprağa zatının ışığı vurdu da o sebeple yeryüzü, tane ve tohum kabul eder oldu.
- پرتو دانش زده بر آب و طین ** تا شده دانه پذیرندهی زمین
- Toprak emindir; ona her ne ekersen ihanet görmeksizin onun cinsini toplar, devşirirsin.
- خاک امین و هر چه در وی کاشتی ** بیخیانت جنس آن برداشتی
- Toprak bu eminliği o eminlikten bulmuştur, çünkü adalet güneşi ona nur saçmıştır. 510
- این امانت ز آن امانت یافته ست ** کافتاب عدل بر وی تافته ست
- İlkbahar, Hak fermanı getirmedikçe, toprak sırrını nice açığa vurur?
- تا نشان حق نیارد نو بهار ** خاک سرها را نکرده آشکار
- O, öyle bir cömert ve vericidir ki bu haberleri, bu eminliği ve bu doğruluğu bir cemada, kuru yeryüzüne vermiştir.
- آن جوادی که جمادی را بداد ** این خبرها وین امانت وین سداد
- Fâzıl ve ihsanı, kuru toprağı haberdar eder, kahır ve celâli de akıllı insanları kör eyler.
- مر جمادی را کند فضلش خبیر ** عاقلان را کرده قهر او ضریر
- Canda, gönülde o coşmaya takat yoktur. Kime söyleyeyim? Cihanda bir tek kulak yok!
- جان و دل را طاقت آن جوش نیست ** با که گویم در جهان یک گوش نیست
- Nerede bir kulak varsa; onun yüzünden, göz oldu. Nerede bir taş varsa; onun lûtfiyle yeşim taşına döndü. 515
- هر کجا گوشی بد از وی چشم گشت ** هر کجا سنگی بد از وی یشم گشت
- Kimyayı meydana getiren o dur, kimya ne oluyor ki? Mucize bağışlayıcıdır, simya ne oluyor ki?
- کیمیا ساز است چه بود کیمیا ** معجزه بخش است چه بود سیمیا
- Benim bu övüşüm, övmeyi terk etmenin ta kendisidir; çünkü bu övüş, varlık delilidir, varlık ise hatadır.
- این ثنا گفتن ز من ترک ثناست ** کین دلیل هستی و هستی خطاست
- Onun varlığına karşı yok olmak gerektir: onun huzurunda varlık nedir? Manasız bir şeyden ibarettir!
- پیش هست او بباید نیست بود ** چیست هستی پیش او کور و کبود
- Varlık kör olmasaydı... Ondan erirdi, güneşin hararetini tanır, anlardı.
- گر نبودی کور از او بگداختی ** گرمی خورشید را بشناختی
- Bu zahiri vücudun Allah’ın varlığıyla var olduğunu bilmemesi körlüğüne delildir. 520
- ور نبودی او کبود از تعزیت ** کی فسردی همچو یخ این ناحیت
- Vezirin bu hilede ziyana uğraması
- بیان خسارت وزیر در این مکر
- Padişah gibi vezir de cahil ve gafildi. Varlığı vacip olan Kadim Tanrı ile pençeleşiyordu.
- همچو شه نادان و غافل بد وزیر ** پنجه میزد با قدیم ناگزیر
- Öyle kudretli bir Tanrı ile pençeleşiyordu ki bir anda yoktan bu âlem gibi yüz tanesini var eder.
- با چنان قادر خدایی کز عدم ** صد چو عالم هست گرداند به دم
- Senin gözüne kendini görmek hassasını verince nazarında âlem gibi yüzlerce âlem meydana getirir.
- صد چو عالم در نظر پیدا کند ** چون که چشمت را به خود بینا کند
- Her ne kadar dünya senin yanında azametli ve nihayetsizse de bil ki kudrete karşı bir zerre bile değildir.
- گر جهان پیشت بزرگ و بیبنی است ** پیش قدرت ذره ای میدان که نیست
- Zaten bu âlem sizin canlarınızın hapishanesidir; uyanın, o tarafa gidin! Zira o taraf sizin sahranız, mesire yerinizdir. 525
- این جهان خود حبس جانهای شماست ** هین روید آن سو که صحرای شماست
- Bu âlemin hududu vardır, o âlem ise esasen hadsizdir. Nakış ve suret, o manaya settir, mâniadır.
- این جهان محدود آن خود بی حد است ** نقش و صورت پیش ٱن معنی سد است
- Firavunun yüz binlerce mızrağını tek bir Musa’nın bir tanecik asâsıyla kırdı.
- صد هزاران نیزهی فرعون را ** در شکست از موسیی با یک عصا
- Yüz binlerce Câlînus’un yüz binlerce hekimlik hünerleri vardı; İsa’nın ve nefesinin yanında bâtıl oldu.
- صد هزاران طب جالینوس بود ** پیش عیسی و دمش افسوس بود
- Yüz binlerce şiir defterleri vardı, bir tek Ümmi’nin kitabına karşı ayıp ve âr haline geldi.
- صد هزاران دفتر اشعار بود ** پیش حرف امیی آن عار بود
- Aşağılık olmayan kişi böyle galip Tanrı huzurunda niçin ölmesin* 530
- با چنین غالب خداوندی کسی ** چون نمیرد گر نباشد او خسی
- Çok dağ gibi gönüller kopardı. Kurnaz kuşu, iki ayağından asakoydu.
- بس دل چون کوه را انگیخت او ** مرغ زیرک با دو پا آویخت او