- Hey gidi hey... Çok köşe, bucak kazıcı ve hazine doldurucular; o kurup duran kişiye, o öküze (vezire) maskara oldular.
- ای بسا گنج آگنان کنج کاو ** کان خیال اندیش را شد ریش گاو
- Öküz kimdir ki sen onun maskarası olasın. Toprak nedir ki sen onun otu olasın.
- گاو که بود تا تو ریش او شوی ** خاک چه بود تا حشیش او شوی
- Bir kadının kötü işten yüzü sararınca, utanınca Tanrı, onu çarpıp Zühre yıldızı yaptı. 535
- چون زنی از کار بد شد روی زرد ** مسخ کرد او را خدا و زهره کرد
- Bir kadını Zühre yapmak çarpma oldu da balçık haline geliş, çarpılma değil midir? Be inatçı?!
- عورتی را زهره کردن مسخ بود ** خاک و گل گشتن نه مسخ است ای عنود
- Ruh, seni en yüksek göklere çıkarırken sen en aşağılıklara, su ve çamura doğru gittin.
- روح میبردت سوی چرخ برین ** سوی آب و گل شدی در اسفلین
- Akılların bile imrendiği öyle bir varlığı, bu alçaklık yüzünden değiştin.
- خویشتن را مسخ کردی زین سفول ** ز آن وجودی که بد آن رشک عقول
- Şimdi bak, bu senin kendini çarpman nasıl? O çarpılma yanında bu, gayet aşağı.
- پس ببین کین مسخ کردن چون بود ** پیش آن مسخ این به غایت دون بود
- Himmet atını yıldız cihetine sürdün, nücum ilmi ile uğraştın da secde edilmiş Âdem’i tanımadın! 540
- اسب همت سوی اختر تاختی ** آدم مسجود را نشناختی
- Ey hayırsız evlât! Nihayet sen Âdemoğlusun, ne vakte dek alçaklığı şeref sayarsın.
- آخر آدم زادهای ای ناخلف ** چند پنداری تو پستی را شرف
- Niceye dek “ben âlemi zapt edeyim, bu cihanı kendi varlığımla doldurayım” dersin?
- چند گویی من بگیرم عالمی ** این جهان را پر کنم از خود همی
- Dünyayı baştanbaşa kar kaplasa güneşin harareti, bir görünüşte onu eritir.
- گر جهان پر برف گردد سربهسر ** تاب خور بگدازدش با یک نظر
- O vezirin vebalini de, daha onun gibi yüz binlercesinin vebalini de Tanrı bir kıvılcımla yok eder.
- وزر او و صد وزیر و صد هزار ** نیست گرداند خدا از یک شرار
- O, aslı olmayan hayalleri, tamamıyla hikmet yapar; o, zehirli suyu şerbet haline getirir. 545
- عین آن تخییل را حکمت کند ** عین آن زهر آب را شربت کند
- O zan ve şüphe doğuran sözleri, hakikat ve yakîn haline getirir. Kin ve adavet sebeplerinden dostluk ve muhabbet belirtir.
- آن گمان انگیز را سازد یقین ** مهرها رویاند از اسباب کین
- İbrahim’i ateş içinde besler; korkuyu, ruhun emniyeti ve selâmeti yapar.
- پرورد در آتش ابراهیم را ** ایمنی روح سازد بیم را
- Onun sebep yakıcılığına hayranım. Onun hayallerinde Sofestâî gibiyim!
- از سبب سوزیش من سوداییام ** در خیالاتش چو سوفسطاییام
- Hıristiyanları azdırmak hususunda vezirin başka bir hile kurması
- مکر دیگر انگیختن وزیر در اضلال قوم
- O vezir kendince başka bir hile kurdu. Vaiz ve nasihati bırakıp halvete girdi.
- مکر دیگر آن وزیر از خود ببست ** وعظ را بگذاشت و در خلوت نشست
- Müritleri yakıp yandırdı. Tam kırk, elli gün halvette kaldı. 550
- در مریدان در فکند از شوق سوز ** بود در خلوت چهل پنجاه روز
- Halk onun iştiyakından, hal ve tavrı ile sözünden, sohbetinden uzak düştükleri için deli oldular.
- خلق دیوانه شدند از شوق او ** از فراق حال و قال و ذوق او
- Onlar yalvarıp sızlanıyorlardı, vezir ise halvette riyazetten iki büklüm olmuştu.
- لابه و زاری همیکردند و او ** از ریاضت گشته در خلوت دو تو
- Hepsi birden ”Biz sensiz kötü bir hale düştük, karışıklık içindeyiz. Değneğini yeden birisi olmadıkça körün ahvali ne olur?
- گفته ایشان نیست ما را بیتو نور ** بیعصا کش چون بود احوال کور
- İnayet et. Allah için olsun, bundan ziyade bizi kendinden ayırma!
- از سر اکرام و از بهر خدا ** بیش از این ما را مدار از خود جدا
- Bizler çocuk gibiyiz, sen bize dadısın; sen bizim üzerimize o gölgeyi döşe” demişlerdi. 555
- ما چو طفلانیم و ما را دایه تو ** بر سر ما گستران آن سایه تو
- Vezir dedi ki: “Ruhum dostlardan uzak değildir. Fakat dışarı çıkmaya izin yok.”
- گفت جانم از محبان دور نیست ** لیک بیرون آمدن دستور نیست
- Emirler rica ve şefaate, müritler dil uzatmaya başladılar:
- آن امیران در شفاعت آمدند ** و آن مریدان در شناعت آمدند