- Emirler rica ve şefaate, müritler dil uzatmaya başladılar:
- آن امیران در شفاعت آمدند ** و آن مریدان در شناعت آمدند
- “Ey kerem sahibi! Bu ne kötü talih ki sensiz gönülden de yetim kalmışızdır, dinden de.
- کاین چه بد بختی است ما را ای کریم ** از دل و دین مانده ما بیتو یتیم
- Sen bahaneler ediyorsun, biz ise dertle yürek yangınlığından soğuk soğuk ah edip duruyoruz.
- تو بهانه میکنی و ما ز درد ** میزنیم از سوز دل دمهای سرد
- Biz senin sohbetine alışmışız. Biz senin hikmet sütünle beslenmişiz. 560
- ما به گفتار خوشت خو کردهایم ** ما ز شیر حکمت تو خوردهایم
- Allah aşkına bize bu cefayı yapma; lütfet, bugünü yarına bırakma!
- الله الله این جفا با ما مکن ** خیر کن امروز را فردا مکن
- Gönlün razı olur mu, âşıkların, akıbet istifadesiz kalsınlar?
- میدهد دل مر ترا کاین بیدلان ** بیتو گردند آخر از بیحاصلان
- Hepsi de karadaki balık gibi çırpınıyorlar. Suyu aç, ırmağın bendini yık!
- جمله در خشکی چو ماهی میتپند ** آب را بگشا ز جو بر دار بند
- Ey zamanede nazîri olmayan zat! Allah aşkına halkın imdadına yetiş!”
- ای که چون تو در زمانه نیست کس ** الله الله خلق را فریاد رس
- Vezirin müritleri defetmesi
- دفع گفتن وزیر مریدان را
- Vezir dedi ki: “Dikkat ediniz, ey dedikodu düşkünleri! Dilden çıkan ve kulakla duyulan zahiri vaizleri arayanlar! 565
- گفت هان ای سخرگان گفتوگو ** وعظ و گفتار زبان و گوش جو
- Bu aşağılık duygu kulağına pamuk tıkayın, ten gözünden duygu başını çözün!
- پنبه اندر گوش حس دون کنید ** بند حس از چشم خود بیرون کنید
- O gizli kulağın pamuğu, baş kulağıdır, bu kulak sağır olmadıkça o can kulağı sağırdır.
- پنبهی آن گوش سر گوش سر است ** تا نگردد این کر آن باطن کر است
- Hissiz, kulaksız, fikirsiz olur ki “İrciî - Tanrına geri dön” hitabını işitesiniz.
- بیحس و بیگوش و بیفکرت شوید ** تا خطاب ارجعی را بشنوید
- Sen uyanıklık dedikodusunda oldukça uyku sohbetinden nasıl olur da bir koku alabilirsin!
- تا به گفتوگوی بیداری دری ** تو ز گفت خواب بویی کی بری
- Bizim sözümüz işimiz, hariçte yürümektedir. Bâtınî yürümek ise gökler üzerinde olur. 570
- سیر بیرونی است قول و فعل ما ** سیر باطن هست بالای سما
- Cisim, kuruluğu (bu âlemi) gördü, çünkü kuruluktan (bu âlemden) doğdu; can İsa’sı, ayağını denize attı.
- حس خشکی دید کز خشکی بزاد ** عیسی جان پای بر دریا نهاد
- Kuru cismin yürümesi, kuruya düştü, ama canın yürümesine gelince: Ayağını denizin ta ortasına bastı.
- سیر جسم خشک بر خشکی فتاد ** سیر جان پا در دل دریا نهاد
- Ömür kuruluk yolunda; gâh dağ, gâh deniz, gâh ova aşarak geçip gittikten sonra...
- چون که عمر اندر ره خشکی گذشت ** گاه کوه و گاه صحرا گاه دشت
- Abıhayatı, nerede bulacaksın; deniz dalgalarını nerede yaracaksın?
- آب حیوان از کجا خواهی تو یافت ** موج دریا را کجا خواهی شکافت
- Kara dalgası, bizim kuruntularımız, anlayışımız ve fikrimizdir. Deniz dalgası ise kendinden geçiş, sarhoşluk ve yokluktur. 575
- موج خاکی وهم و فهم و فکر ماست ** موج آبی محو و سکر است و فناست
- Sen bu sarhoşlukta oldukça o sarhoşluktan uzaksın. Bundan sarhoş oldukça o kadehten nefret eder durursun.
- تا در این سکری از آن سکری تو دور ** تا از این مستی از آن جامی تو دور
- Zahir dedikodusu toz gibidir. Kulak gibi bir müddet dinlemeyi âdet edin!”
- گفتوگوی ظاهر آمد چون غبار ** مدتی خاموش خو کن هوش دار
- Müritlerin, halveti terk et diye tekrar ısrarla yalvarışları
- مکرر کردن مریدان که خلوت را بشکن
- Hepsi dediler ki: “Ey bahane arayan hakîm bu cefayı bize reva görme!
- جمله گفتند ای حکیم رخنه جو ** این فریب و این جفا با ما مگو
- Hayvana takati derecesinde yük yüklet. Zayıflara iktidarları nispetinde iş havale et!
- چار پا را قدر طاقت بار نه ** بر ضعیفان قدر قوت کار نه
- Her kuşun yiyeceği lokma, kendine göredir. Nasıl olur da her kuş bir inciri (bütün olarak) yutabilir? 580
- دانهی هر مرغ اندازهی وی است ** طعمهی هر مرغ انجیری کی است
- Çocuğa süt yerine ekmek verirsen zavallı yavruyu o ekmek yüzünden öldü bil!
- طفل را گر نان دهی بر جای شیر ** طفل مسکین را از آن نان مرده گیر