- Ulu Tanrı açıkça meydan da olmadığından, bu peygamberler Hakk'ın vekilleridir.
- چون خدا اندر نیاید در عیان ** نایب حقاند این پیغمبران
- Hayır, yanlış söyledim. Vekil ile vekil edeni iki sanırsan (bu) hatadır, iyi bir şey değil.
- نه غلط گفتم که نایب با منوب ** گر دو پنداری قبیح آید نه خوب
- Sen surete taptıkça ikidir. Suretten kurtulana göre ise birdir. 675
- نه دو باشد تا تویی صورت پرست ** پیش او یک گشت کز صورت برست
- Surete bakarsan gözün ikidir. Sen onun nuruna bak ki o birdir.
- چون به صورت بنگری چشم تو دست ** تو به نورش درنگر کز چشم رست
- Bir adam, gözün nuruna bakarsa iki gözün nuru, birbirinden ayırt edilemez.
- نور هر دو چشم نتوان فرق کرد ** چون که در نورش نظر انداخت مرد
- Bir yerde on tane çırağ bulundurulursa görünüşte her biri, öbüründen ayrıdır.
- ده چراغ ار حاضر آید در مکان ** هر یکی باشد به صورت غیر آن
- Nuruna yüz çevirirsen şüphesiz ki birinin nurunu öbürlerinden ayırt etmeye imkân yoktur.
- فرق نتوان کرد نور هر یکی ** چون به نورش روی آری بیشکی
- Yüz tane elma, yüz tane de ayva saysan her biri ayrı ayrıdır. Onları sıkarsan yüz kalmaz, hepsi bir olur. 680
- گر تو صد سیب و صد آبی بشمری ** صد نماند یک شود چون بفشری
- Manalarda taksim ve sayı yoktur, ayırma, birleştirme olamaz.
- در معانی قسمت و اعداد نیست ** در معانی تجزیه و افراد نیست
- Dostun, dostlarla birliği hoştur. Mana ayağını tut (ona meylet), suret serkeştir.
- اتحاد یار با یاران خوش است ** پای معنی گیر صورت سرکش است
- Serkeş sureti, eziyetle eritip mahveyle ki onun altında define gibi olan vahdeti göresin.
- صورت سرکش گدازان کن به رنج ** تا ببینی زیر او وحدت چو گنج
- Eğer sen eritmezsen onun (Tanrı’nın) inayetleri, esasen onu eritir. Ey gönlüm, kulu olan Tanrı!
- ور تو نگذاری عنایتهای او ** خود گدازد ای دلم مولای او
- O, hem gönüllere kendini gösterir, hem dervişin hırkasını diker. 685
- او نماید هم به دلها خویش را ** او بدوزد خرقهی درویش را
- Hepimiz yayılmıştık ve bir cevherdik. Orada başsız ve ayaksızdık;
- منبسط بودیم و یک جوهر همه ** بیسر و بیپا بدیم آن سر همه
- Güneş gibi bir cevherdik, düğümsüz ve saftık, su gibi.
- یک گهر بودیم همچون آفتاب ** بیگره بودیم و صافی همچو آب
- O güzel ve lâtif nur surete gelince kale burçlarının gölgesi gibi sayı meydana çıktı.
- چون به صورت آمد آن نور سره ** شد عدد چون سایههای کنگره
- Mancınıkla burçları yıkın ki bu bölüğün arasından ayrılık kalksın.
- کنگره ویران کنید از منجنیق ** تا رود فرق از میان این فریق
- Mutlaka ben bunu açar, anlatırdım, fakat bir fikir bile sürçmesin, (bundan) korkarım. 690
- شرح این را گفتمی من از مری ** لیک ترسم تا نلغزد خاطری
- Nükteler keskin bir çelik kılıç gibidir. Eğer kalkanın yoksa gerisin geriye kaç!
- نکتهها چون تیغ پولاد است تیز ** گر نداری تو سپر واپس گریز
- Kalkansız bu elmasın karşısına gelme. Çünkü kılıca, kesmekten utanç gelmez.
- پیش این الماس بیاسپر میا ** کز بریدن تیغ را نبود حیا
- Ben bu sebepten kılıcı kına koydum; Ters okuyan birisi, aykırı mana vermesin.
- زین سبب من تیغ کردم در غلاف ** تا که کج خوانی نخواند بر خلاف
- Hikâyeyi tamamlamaya, doğrular topluluğunun vefakârlığından bahse geldik:
- آمدیم اندر تمامی داستان ** وز وفاداری جمع راستان
- O reisin ölümünden sonra kalktılar, yerine bir vekil istedilerdi. 695
- کز پس این پیشوا برخاستند ** بر مقامش نایبی میخواستند
- Emirlerin veliahtlık için savaşları ve birbirlerine kılıç çekmeleri
- منازعت امرا در ولیعهدی
- O emirlerin birisi öne düşüp o vefalı kavmin yanına gitti.
- یک امیری ز آن امیران پیش رفت ** پیش آن قوم وفا اندیش رفت
- Dedi ki: “İşte o zatın vekili; zamanede İsa halifesi benim.
- گفت اینک نایب آن مرد من ** نایب عیسی منم اندر زمن