English    Türkçe    فارسی   

1
677-701

  • Bir adam, gözün nuruna bakarsa iki gözün nuru, birbirinden ayırt edilemez.
  • نور هر دو چشم نتوان فرق کرد ** چون که در نورش نظر انداخت مرد
  • Bir yerde on tane çırağ bulundurulursa görünüşte her biri, öbüründen ayrıdır.
  • ده چراغ ار حاضر آید در مکان ** هر یکی باشد به صورت غیر آن‌‌
  • Nuruna yüz çevirirsen şüphesiz ki birinin nurunu öbürlerinden ayırt etmeye imkân yoktur.
  • فرق نتوان کرد نور هر یکی ** چون به نورش روی آری بی‌‌شکی‌‌
  • Yüz tane elma, yüz tane de ayva saysan her biri ayrı ayrıdır. Onları sıkarsan yüz kalmaz, hepsi bir olur. 680
  • گر تو صد سیب و صد آبی بشمری ** صد نماند یک شود چون بفشری‌‌
  • Manalarda taksim ve sayı yoktur, ayırma, birleştirme olamaz.
  • در معانی قسمت و اعداد نیست ** در معانی تجزیه و افراد نیست‌‌
  • Dostun, dostlarla birliği hoştur. Mana ayağını tut (ona meylet), suret serkeştir.
  • اتحاد یار با یاران خوش است ** پای معنی گیر صورت سرکش است‌‌
  • Serkeş sureti, eziyetle eritip mahveyle ki onun altında define gibi olan vahdeti göresin.
  • صورت سرکش گدازان کن به رنج ** تا ببینی زیر او وحدت چو گنج‌‌
  • Eğer sen eritmezsen onun (Tanrı’nın) inayetleri, esasen onu eritir. Ey gönlüm, kulu olan Tanrı!
  • ور تو نگذاری عنایتهای او ** خود گدازد ای دلم مولای او
  • O, hem gönüllere kendini gösterir, hem dervişin hırkasını diker. 685
  • او نماید هم به دلها خویش را ** او بدوزد خرقه‌‌ی درویش را
  • Hepimiz yayılmıştık ve bir cevherdik. Orada başsız ve ayaksızdık;
  • منبسط بودیم و یک جوهر همه ** بی‌‌سر و بی‌‌پا بدیم آن سر همه‌‌
  • Güneş gibi bir cevherdik, düğümsüz ve saftık, su gibi.
  • یک گهر بودیم همچون آفتاب ** بی‌‌گره بودیم و صافی همچو آب‌‌
  • O güzel ve lâtif nur surete gelince kale burçlarının gölgesi gibi sayı meydana çıktı.
  • چون به صورت آمد آن نور سره ** شد عدد چون سایه‌‌های کنگره‌‌
  • Mancınıkla burçları yıkın ki bu bölüğün arasından ayrılık kalksın.
  • کنگره ویران کنید از منجنیق ** تا رود فرق از میان این فریق‌‌
  • Mutlaka ben bunu açar, anlatırdım, fakat bir fikir bile sürçmesin, (bundan) korkarım. 690
  • شرح این را گفتمی من از مری ** لیک ترسم تا نلغزد خاطری‌‌
  • Nükteler keskin bir çelik kılıç gibidir. Eğer kalkanın yoksa gerisin geriye kaç!
  • نکته‌‌ها چون تیغ پولاد است تیز ** گر نداری تو سپر واپس گریز
  • Kalkansız bu elmasın karşısına gelme. Çünkü kılıca, kesmekten utanç gelmez.
  • پیش این الماس بی‌‌اسپر میا ** کز بریدن تیغ را نبود حیا
  • Ben bu sebepten kılıcı kına koydum; Ters okuyan birisi, aykırı mana vermesin.
  • زین سبب من تیغ کردم در غلاف ** تا که کج خوانی نخواند بر خلاف‌‌
  • Hikâyeyi tamamlamaya, doğrular topluluğunun vefakârlığından bahse geldik:
  • آمدیم اندر تمامی داستان ** وز وفاداری جمع راستان‌‌
  • O reisin ölümünden sonra kalktılar, yerine bir vekil istedilerdi. 695
  • کز پس این پیشوا برخاستند ** بر مقامش نایبی می‌‌خواستند
  • Emirlerin veliahtlık için savaşları ve birbirlerine kılıç çekmeleri
  • منازعت امرا در ولیعهدی
  • O emirlerin birisi öne düşüp o vefalı kavmin yanına gitti.
  • یک امیری ز آن امیران پیش رفت ** پیش آن قوم وفا اندیش رفت‌‌
  • Dedi ki: “İşte o zatın vekili; zamanede İsa halifesi benim.
  • گفت اینک نایب آن مرد من ** نایب عیسی منم اندر زمن‌‌
  • İşte tomar, ondan sonra vekilliğin bana ait olduğuna dair burhanımdır.”
  • اینک این طومار برهان من است ** کاین نیابت بعد از او آن من است‌‌
  • Öbür emir de pusudan çıkageldi. Hilâfet hususunda onun dâvası da bunun dâvası gibiydi.
  • آن امیر دیگر آمد از کمین ** دعوی او در خلافت بد همین‌‌
  • O da koltuğundan bir tomar çıkardı, gösterdi. Her ikisinin de Yahudi kızgınlığı başladı. 700
  • از بغل او نیز طوماری نمود ** تا بر آمد هر دو را خشم جهود
  • Diğer emirler de bir bir katar olup (birbirlerinin ardınca dâvaya kalkışıp) keskin kılıçlar çektiler.
  • آن امیران دگر یک یک قطار ** بر کشیده تیغهای آب دار