- İşte tomar, ondan sonra vekilliğin bana ait olduğuna dair burhanımdır.”
- اینک این طومار برهان من است ** کاین نیابت بعد از او آن من است
- Öbür emir de pusudan çıkageldi. Hilâfet hususunda onun dâvası da bunun dâvası gibiydi.
- آن امیر دیگر آمد از کمین ** دعوی او در خلافت بد همین
- O da koltuğundan bir tomar çıkardı, gösterdi. Her ikisinin de Yahudi kızgınlığı başladı. 700
- از بغل او نیز طوماری نمود ** تا بر آمد هر دو را خشم جهود
- Diğer emirler de bir bir katar olup (birbirlerinin ardınca dâvaya kalkışıp) keskin kılıçlar çektiler.
- آن امیران دگر یک یک قطار ** بر کشیده تیغهای آب دار
- Her birinin elinde bir kılıç ve bir tomar vardı; sarhoş filler gibi birbirlerine düştüler.
- هر یکی را تیغ و طوماری به دست ** درهمافتادند چون پیلان مست
- Yüz binlerce Hıristiyan öldü, bu suretle kesik başlardan tepe oldu.
- صد هزاران مرد ترسا کشته شد ** تا ز سرهای بریده پشته شد
- Sağdan, soldan sel gibi kanlar aktı. Havaya, dağlarcasına tozlar kalktı.
- خون روان شد همچو سیل از چپ و راست ** کوه کوه اندر هوا زین گرد خاست
- O vezirin ektiği fitne tohumları, onların başlarına afet kesilmişti. 705
- تخمهای فتنهها کاو کشته بود ** آفت سرهای ایشان گشته بود
- Cevizler kırıldı; içi sağlam olan, kırıldıktan sonra temiz ve lâtif ruha malik oldu.
- جوزها بشکست و آن کان مغز داشت ** بعد کشتن روح پاک نغز داشت
- Ancak ten nakşına ait olan öldürmek ve ölmek, nar ve elmayı kırmak, kesmek gibidir.
- کشتن و مردن که بر نقش تن است ** چون انار و سیب را بشکستن است
- Tatlı olan nardenk şerbeti olur, çürümüş olanın ise bir sesten başka bir şeyi kalmaz.
- آن چه شیرین است او شد ناردانگ ** و آن که پوسیده ست نبود غیر بانگ
- Esasen manası olan meydana çıkar; çürümüş olan rüsvay olur, gider.
- آن چه با معنی است خود پیدا شود ** و آن چه پوسیده ست او رسوا شود
- Ey surete tapan! Türü, manayı elde etmeye çalış! Çünkü mana suret tenine kanattır. 710
- رو به معنی کوش ای صورت پرست ** ز آن که معنی بر تن صورت پر است
- Mana ehliyle düş, kalk ki hem atâ ve ihsan elde edesin, hem de fetâ olasın.
- همنشین اهل معنی باش تا ** هم عطا یابی و هم باشی فتا
- Bu cisimde manasız can; hilâfsız, kılıf içinde tahta kılıç gibidir.
- جان بیمعنی در این تن بیخلاف ** هست همچون تیغ چوبین در غلاف
- Kılıfta bulundukça kıymetlidir. Çıkınca yakmaya yarar bir alet olur.
- تا غلاف اندر بود با قیمت است ** چون برون شد سوختن را آلت است
- Tahta kılıcı muharebeye götürme, ah-ü figane düşmemek için önce bir kere kontrol et;
- تیغ چوبین را مبر در کارزار ** بنگر اول تا نگردد کار زار
- Eğer tahtadansa, yürü, başkasını ara; eğer elmassa sevinerek ileri gel! 715
- گر بود چوبین برو دیگر طلب ** ور بود الماس پیش آ با طرب
- Elmas kılıç, velilerin silâh deposundandır. Onları görmek, size kimyadır.
- تیغ در زرادخانهی اولیاست ** دیدن ایشان شما را کیمیاست
- Bütün bilenler, ancak ve ancak bunu böyle demişlerdir: bilen âlemlere rahmettir.
- جمله دانایان همین گفته همین ** هست دانا رحمة للعالمین
- Nar alıyorsan gülen (çatlak) narı al ki onun gülmesi, sana tanesi olduğunu haber versin.
- گر اناری میخری خندان بخر ** تا دهد خنده ز دانهی او خبر
- O ne mübarek gülmedir ki can kutusundaki inci gibi, ağızdan gönlü gösterir.
- ای مبارک خندهاش کاو از دهان ** مینماید دل چو در از درج جان
- Mübarek olmayan gülme, lâlenin gülmesidir: Ağzını açınca kalbinin karalığını gösterir. 720
- نامبارک خندهی آن لاله بود ** کز دهان او سیاهی دل نمود
- Gülen nar bahçeyi güldürür. Erler sohbeti de seni erlerden eder.
- نار خندان باغ را خندان کند ** صحبت مردانت از مردان کند
- Katı taş ve mermer bile olsan, gönül sahibine erişirsen cevher olursun.
- گر تو سنگ صخره و مرمر شوی ** چون به صاحب دل رسی گوهر شوی