- Ruhumuzda da hayal, yok gibidir. Sen bütün bir cihanı hayal üzere yürür gör! 70
- نیست وش باشد خیال اندر روان ** تو جهانی بر خیالی بین روان
- Onların başları da, savaşları da hayale müstenittir. Öğünmeleri de, utanmaları da bir hayalden ötürüdür.
- بر خیالی صلحشان و جنگشان ** وز خیالی فخرشان و ننگشان
- Evliyanın tuzağı olan o hayaller, Tanrı bahçelerindeki ay çehrelilerin akisleridir.
- آن خیالاتی که دام اولیاست ** عکس مه رویان بستان خداست
- Padişahın rüyada gördüğü hayal de o misafir pîrin çehresinde görünüp duruyordu.
- آن خیالی که شه اندر خواب دید ** در رخ مهمان همیآمد پدید
- Padişah bizzat mabeyincilerin yerine koştu, o gaipten gelen konuğun huzuruna vardı.
- شه به جای حاجبان واپیش رفت ** پیش آن مهمان غیب خویش رفت
- Her ikisi de âşinalık (yüzgeçlik) öğrenmiş bir tek denizdi, her ikisi de dikilmeksizin birbirine dikilmiş, bağlanmışlardı. 75
- هر دو بحری آشنا آموخته ** هر دو جان بیدوختن بر دوخته
- Padişah: “Benim asıl sevgilim sensin, o değil. Fakat dünyada iş işten çıkar.
- گفت معشوقم تو بوده ستی نه آن ** لیک کار از کار خیزد در جهان
- Ey aziz, sen bana Mustafa’sın. Ben de sana Ömer gibiyim. Senin hizmetin uğrunda belime gayret kemerini bağladım” dedi.
- ای مرا تو مصطفی من چون عمر ** از برای خدمتت بندم کمر
- Muvaffakıyetler verici Ulu Tanrı’dan muvaffakıyet ve bütün ahvalde edebe riayet dileyiş, edepsizlik ve terbiyesizliğin pek fena zararları
- از خداوند ولی التوفیق در خواستن توفیق رعایت ادب در همه حالها و بیان کردن وخامت ضررهای بیادبی
- Tanrı’dan edebe muvaffak olmayı dileyelim. Edebi olmayan kimse Tanrı’nın lütfundan mahrumdur.
- از خدا جوییم توفیق ادب ** بیادب محروم گشت از لطف رب
- Edebi olmayan yalnız kendine kötülük etmiş olmaz. Belki bütün dünyayı ateşe vermiş olur.
- بیادب تنها نه خود را داشت بد ** بلکه آتش در همه آفاق زد
- Alışverişsiz, dedikodusuz Tanrı sofrası gökten iniyordu. 80
- مایده از آسمان در میرسید ** بیشری و بیع و بیگفت و شنید
- Mûsâ kavmi içinde birkaç kimse terbiyesizce “hani sarımsak, mercimek” dediler.
- در میان قوم موسی چند کس ** بیادب گفتند کو سیر و عدس
- Ondan sonra gökyüzünün sofrası, ekmeği kesildi; ekme, bel belleme, ortak sallama kaldı.
- منقطع شد خوان و نان از آسمان ** ماند رنج زرع و بیل و داسمان
- Sonra İsa şefaat edince Hak, yemek sofrası ve tabaklarla ganimetler gönderdi.
- باز عیسی چون شفاعت کرد، حق ** خوان فرستاد و غنیمت بر طبق
- Yine küstahlar edebi terk ederek sofradan yemek artığını aşırdılar.
- باز گستاخان ادب بگذاشتند ** چون گدایان زلهها برداشتند
- İsa bunlara yalvardı. “Bu devamlıdır, yeryüzünden kalkmaz. 85
- لابه کرده عیسی ایشان را که این ** دایم است و کم نگردد از زمین
- Bir ulu kişinin sofrası başında kötü zanna düşmek ve harislik etmek küfürdür” dedi.
- بد گمانی کردن و حرص آوری ** کفر باشد پیش خوان مهتری
- O rahmet kapısı, hırslarından dolayı bu görmedik dilencilerin yüzlerine kapandı.
- ز ان گدا رویان نادیده ز آز ** آن در رحمت بر ایشان شد فراز
- Zekât verilmeyince yağmur bulutu gelmez, zinadan dolayı da etrafa veba yayılır.
- ابر برناید پی منع زکات ** وز زنا افتد وبا اندر جهات
- İçine kasavetten, gussadan ne gelirse korkusuzluktan ve küstahlıktan gelir.
- هر چه بر تو آید از ظلمات و غم ** آن ز بیباکی و گستاخی است هم
- Kim dost yolunda pervasızlık ederse erlerin yolunu vurucudur, namert odur. 90
- هر که بیباکی کند در راه دوست ** ره زن مردان شد و نامرد اوست
- Edepten dolayı bu felek nura gark olmuştur: Yine edepten dolayı melekler mâsum ve tertemiz olmuşlardır.
- از ادب پر نور گشته است این فلک ** وز ادب معصوم و پاک آمد ملک
- Güneşin tutulması, küstahlık yüzündendir. Bir melek olan Azâzîl de yine küstahlık yüzünden kapıdan sürülmüştür.
- بد ز گستاخی کسوف آفتاب ** شد عزازیلی ز جرات رد باب
- Padişahın, kendisine rüyada gösterilen veli ile görüşmesi
- ملاقات پادشاه با آن ولی که در خوابش نمودند
- Kollarını açıp onu kucakladı, aşk gibi gönlüne aldı, canının için çekti.
- دست بگشاد و کنارانش گرفت ** همچو عشق اندر دل و جانش گرفت
- Elini, alnını öpmeğe, oturduğu yeri, geldiği yolu sormaya başladı.
- دست و پیشانیش بوسیدن گرفت ** وز مقام و راه پرسیدن گرفت