- Şûleler, mücevherlere tâbi olarak parıldar ve dönerler. Şûle, nereden çıkıyorsa, madeni neredeyse oraya gider.
- شعلهها با گوهران گردان بود ** شعله آن جانب رود هم کان بود
- Güneş, bir burçtan bir burca gidip durduğundan pencereye vuran ziyası da evin etrafında döner dolaşır. 750
- نور روزن گرد خانه میدود ** ز آنکه خور برجی به برجی میرود
- Kimin bir yıldızla alâka ve merbuyeti varsa o; kendi yıldızıyla döner, dolaşır, o yıldızın tesiri altındadır.
- هر که را با اختری پیوستگی است ** مر و را با اختر خود هم تگی است
- Talihli Zühre ise şevki, çalıp çağırmayı, aşkı diler, onlara adamakıllı meyli vardır.
- طالعش گر زهره باشد در طرب ** میل کلی دارد و عشق و طلب
- Kan dökücü huylu Mirrih’e mensup ise cenk, bühtan ve düşmanlık arar.
- ور بود مریخی خونریز خو ** جنگ و بهتان و خصومت جوید او
- Yıldızların ardında yıldızlar vardır ki onlarda ihtirak ve nahis olmaz.
- اخترانند از ورای اختران ** که احتراق و نحس نبود اندر آن
- Onlar, bu meşhur yedi kat gökten başka diğer göklerde seyir ve hareket ederler. 755
- سایران در آسمانهای دگر ** غیر این هفت آسمان معتبر
- Birbirlerine bitişik ve birbirlerinden ayrı olmayan bu yıldızlar, Tanrı nurlarının ışığında dururlar.
- راسخان در تاب انوار خدا ** نی بهم پیوسته نی از هم جدا
- Her kimin talihi o yıldızlardan olursa o kimsenin zatı, kâfirleri taşlayıp yakar.
- هر که باشد طالع او ز آن نجوم ** نفس او کفار سوزد در رجوم
- Onun hışmı, bazen galip gelen, bazen mağlûp olan ve tesiri böylece değişerek yürüyen Mirrih’in hışmına benzemez.
- خشم مریخی نباشد خشم او ** منقلب رو غالب و مغلوب خو
- Galip nur, noksandan ve karanlıktan emindir. Tanrı nurunun iki parmağı arasındadır.
- نور غالب ایمن از نقص و غسق ** در میان اصبعین نور حق
- O nuru, canlara Hak saçtı. Devletliler, onunla eteklerini doldurmuşlardır. 760
- حق فشاند آن نور را بر جانها ** مقبلان برداشته دامانها
- O nur saçısını bulan yüzünü Tanrı’nın gayrısından çevirmiştir.
- و آن نثار نور را وایافته ** روی از غیر خدا بر تافته
- Kimin aşk eteği yoksa o nur saçısından nasipsiz kalmıştır.
- هر که را دامان عشقی نابده ** ز آن نثار نور بیبهره شده
- Cüzülerin yüzü, külle doğrudur. Bülbüllerin aşkı güledir.
- جزوها را رویها سوی کل است ** بلبلان را عشق با روی گل است
- Öküzün rengini dışından, insanın rengini, sarı, kırmızı… her neyse içinden ara!
- گاو را رنگ از برون و مرد را ** از درون جو رنگ سرخ و زرد را
- İyi renkler, temizlik küpünden hâsıl olur. Çirkinlerin rengiyse, kirli kara sudan meydana gelir. 765
- رنگهای نیک از خم صفاست ** رنگ زشتان از سیاهآبهی جفاست
- O lâtif rengin adı “Sıbgatullah-Tanrı boyası” dır. Bu kirli rengin kokusu ise… Tanrı lânetidir.
- صبغة الله نام آن رنگ لطیف ** لعنة الله بوی این رنگ کثیف
- Denizden olan, yine denize gider; nerden gelmişse, yine oraya varır.
- آن چه از دریا به دریا میرود ** از همانجا کامد آن جا میرود
- Dağ başından, hızlı hızlı akan seller; bizim tenimizden de aşka karışık olarak akıp giden can, aslına gidip kavuşur!
- از سر که سیلهای تیز رو ** وز تن ما جان عشق آمیز رو
- Yahudi padişahının ateş yaktırması, ateşin yanına, kim puta secde ederse ateşten kurtuldu diye bir put diktirmesi
- آتش کردن پادشاه جهود و بت نهادن پهلوی آتش که هر که این بت را سجود کند از آتش برست
- O köpek Yahudi, bak, ne tedbirde bulundu? Ateşin yanına bir put dikti.
- آن جهود سگ ببین چه رای کرد ** پهلوی آتش بتی بر پای کرد
- “Kim bu puta taparsa kurtulur. Secde etmeyen, ateşin tam ortasına oturur” dedi. 770
- کان که این بت را سجود آرد برست ** ور نیارد در دل آتش نشست
- O, bu nefis putunun cezasını vermeyince nefis putundan, başka bir put doğdu.
- چون سزای این بت نفس او نداد ** از بت نفسش بتی دیگر بزاد
- Putların anası nefsinizin putudur. Çünkü o put yılan, bu put ejderhadır.
- مادر بتها بت نفس شماست ** ز آن که آن بت مار و این بت اژدهاست
- Nefis; demir ve taştan yapılan çakmaktır, put kıvılcımdır. O kıvılcım su ile söner.
- آهن و سنگ است نفس و بت شرار ** آن شرار از آب میگیرد قرار