- Aslan: “Evet, tevekkül kılavuzsa da bu sebebe teşebbüs de, Peygamber’in sünnetidir.
- گفت آری گر توکل رهبر است ** این سبب هم سنت پیغمبر است
- Peygamber, yüksek sesle “Tevekkülle beraber yine devenin ayağını bağla” dedi.
- گفت پیغمبر به آواز بلند ** با توکل زانوی اشتر ببند
- “Çalışan kimse Tanrı sevgilisidir” işaretini dinle: tevekkülden dolayı esbaba teşebbüs hususunda tembel olma” dedi.
- رمز الکاسب حبیب الله شنو ** از توکل در سبب کاهل مشو
- Av hayvanlarının tevekkülü çalışmaya tercih etmeleri
- ترجیح نهادن نخجیران توکل را بر اجتهاد
- Hayvanlar, ona: “Çalışıp kazanma, bil ki, halkın itikat zayıflığı yüzünden, harislerin boğazları miktarınca bir riya lokmasıdır. 915
- قوم گفتندش که کسب از ضعف خلق ** لقمهی تزویر دان بر قدر حلق
- Tevekkülden daha güzel bir kazanç yoktur. Esasen Hakk’a teslim olmadan daha sevgili ne var?
- نیست کسبی از توکل خوبتر ** چیست از تسلیم خود محبوبتر
- Çokları belâdan belâya; yılandan ejderhaya sıçrarlar,
- بس گریزند از بلا سوی بلا ** بس جهند از مار سوی اژدها
- İnsan hile etti ama hilesi kendisine tuzak oldu… Can sandığı, kan içici bir düşman kesildi!
- حیله کرد انسان و حیلهش دام بود ** آن که جان پنداشت خون آشام بود
- Kapıyı kapadı, hâlbuki düşman evinin içindeydi. Firavunun hile ve tedbiri de işte buna benzer masallardandı.
- در ببست و دشمن اندر خانه بود ** حیلهی فرعون زین افسانه بود
- O kin güdücü, yüz binlerce çocuk öldürdü; aradığıysa evinin içindeydi. 920
- صد هزاران طفل کشت آن کینه کش ** و آن که او میجست اندر خانهاش
- Mademki bizim gözümüzde birçok illet var; yürü, kendi görüşünü dostun görüşünde yok et!
- دیدهی ما چون بسی علت در اوست ** رو فنا کن دید خود در دید دوست
- Bizim görüşümüze bedel onun görüşü, ne güzel bir karşılıktır. Bütün maksatları onun görüşünde bulursun.
- دید ما را دید او نعم العوض ** یابی اندر دید او کل غرض
- Çocuk; tutucu, koşucu değilken ancak babasının omzuna biner.
- طفل تا گیرا و تا پویا نبود ** مرکبش جز گردن بابا نبود
- Fakat kuvvetlenip küstahlaşınca, elini, ayağını şuraya, buraya salmağa başlayınca hemen zahmet ve ıstıraba düşer.
- چون فضولی گشت و دست و پا نمود ** در عنا افتاد و در کور و کبود
- Halkın canlar; el ayak sahibi olmazdan, beden kaydına düşmezden evvel vefadan sefaya uçuyordu. 925
- جانهای خلق پیش از دست و پا ** میپریدند از وفا اندر صفا
- Vakta ki “İniniz” emriyle hapsolundular, hiddet, hırs, kanaat ve zaruret kayıtlarına düştüler.
- چون به امر اهبطوا بندی شدند ** حبس خشم و حرص و خرسندی شدند
- Biz Hakk’ın ayali ve süt isteyen yavrularıyız. (Peygamber) “Halk Tanrı ayalidir” dedi.
- ما عیال حضرتیم و شیر خواه ** گفت الخلق عیال للإله
- Gökten yağmur veren, rahmetiyle can vermeye kadirdir” dediler.
- آن که او از آسمان باران دهد ** هم تواند کاو ز رحمت نان دهد
- Aslanın yine çalışmayı tevekküle tercih etmesi
- باز ترجیحنهادن شیر جهد را بر توکل
- Aslan dedi ki: “Evet ama kulların Tanrısı bizim ayağımızın önüne bir merdiven koydu.
- گفت شیر آری ولی رب العباد ** نردبانی پیش پای ما نهاد
- Dama doğru basamak basamak çıkmalı, burada Cebrî olmak ham tamahtır. 930
- پایه پایه رفت باید سوی بام ** هست جبری بودن اینجا طمع خام
- Ayağın var, nasıl olur da kendini topal edersin; elin var, neye pençeni saklarsın?
- پای داری چون کنی خود را تو لنگ ** دست داری چون کنی پنهان تو چنگ
- Efendi, kölenin eline beli verince söylemeden dileği malûm olur.
- خواجه چون بیلی به دست بنده داد ** بیزبان معلوم شد او را مراد
- Bel gibi olan el de, Tanrı işaretlerindendir. Sonu düşünmek hassası da onun ibareleridir.
- دست همچون بیل اشارتهای اوست ** آخر اندیشی عبارتهای اوست
- Tanrı’nın işaretlerini canına nakşederek ve o işarete vefakârlık ederek can verirsen.
- چون اشارتهاش را بر جان نهی ** در وفای آن اشارت جان دهی
- Sana nice sır işaretleri bahşeyler; senden yükü kaldırır, seni iş güç sahibi eder. 935
- پس اشارتهای اسرارت دهد ** بار بر دارد ز تو کارت دهد
- Şimdi yük altındasın; Tanrı seni yükler, bindirir… Şimdi onun emrini kabul etmektesin; sonra seni makbul eder.
- حاملی محمول گرداند ترا ** قابلی مقبول گرداند ترا