English    Türkçe    فارسی   

1
918-942

  • İnsan hile etti ama hilesi kendisine tuzak oldu… Can sandığı, kan içici bir düşman kesildi!
  • حیله کرد انسان و حیله‌‌ش دام بود ** آن که جان پنداشت خون آشام بود
  • Kapıyı kapadı, hâlbuki düşman evinin içindeydi. Firavunun hile ve tedbiri de işte buna benzer masallardandı.
  • در ببست و دشمن اندر خانه بود ** حیله‌‌ی فرعون زین افسانه بود
  • O kin güdücü, yüz binlerce çocuk öldürdü; aradığıysa evinin içindeydi. 920
  • صد هزاران طفل کشت آن کینه کش ** و آن که او می‌‌جست اندر خانه‌‌اش‌‌
  • Mademki bizim gözümüzde birçok illet var; yürü, kendi görüşünü dostun görüşünde yok et!
  • دیده‌‌ی ما چون بسی علت در اوست ** رو فنا کن دید خود در دید دوست‌‌
  • Bizim görüşümüze bedel onun görüşü, ne güzel bir karşılıktır. Bütün maksatları onun görüşünde bulursun.
  • دید ما را دید او نعم العوض ** یابی اندر دید او کل غرض‌‌
  • Çocuk; tutucu, koşucu değilken ancak babasının omzuna biner.
  • طفل تا گیرا و تا پویا نبود ** مرکبش جز گردن بابا نبود
  • Fakat kuvvetlenip küstahlaşınca, elini, ayağını şuraya, buraya salmağa başlayınca hemen zahmet ve ıstıraba düşer.
  • چون فضولی گشت و دست و پا نمود ** در عنا افتاد و در کور و کبود
  • Halkın canlar; el ayak sahibi olmazdan, beden kaydına düşmezden evvel vefadan sefaya uçuyordu. 925
  • جانهای خلق پیش از دست و پا ** می‌‌پریدند از وفا اندر صفا
  • Vakta ki “İniniz” emriyle hapsolundular, hiddet, hırs, kanaat ve zaruret kayıtlarına düştüler.
  • چون به امر اهبطوا بندی شدند ** حبس خشم و حرص و خرسندی شدند
  • Biz Hakk’ın ayali ve süt isteyen yavrularıyız. (Peygamber) “Halk Tanrı ayalidir” dedi.
  • ما عیال حضرتیم و شیر خواه ** گفت الخلق عیال للإله‌‌
  • Gökten yağmur veren, rahmetiyle can vermeye kadirdir” dediler.
  • آن که او از آسمان باران دهد ** هم تواند کاو ز رحمت نان دهد
  • Aslanın yine çalışmayı tevekküle tercih etmesi
  • باز ترجیح‌‌نهادن شیر جهد را بر توکل‌‌
  • Aslan dedi ki: “Evet ama kulların Tanrısı bizim ayağımızın önüne bir merdiven koydu.
  • گفت شیر آری ولی رب العباد ** نردبانی پیش پای ما نهاد
  • Dama doğru basamak basamak çıkmalı, burada Cebrî olmak ham tamahtır. 930
  • پایه پایه رفت باید سوی بام ** هست جبری بودن اینجا طمع خام‌‌
  • Ayağın var, nasıl olur da kendini topal edersin; elin var, neye pençeni saklarsın?
  • پای داری چون کنی خود را تو لنگ ** دست داری چون کنی پنهان تو چنگ‌‌
  • Efendi, kölenin eline beli verince söylemeden dileği malûm olur.
  • خواجه چون بیلی به دست بنده داد ** بی‌‌زبان معلوم شد او را مراد
  • Bel gibi olan el de, Tanrı işaretlerindendir. Sonu düşünmek hassası da onun ibareleridir.
  • دست همچون بیل اشارتهای اوست ** آخر اندیشی عبارتهای اوست‌‌
  • Tanrı’nın işaretlerini canına nakşederek ve o işarete vefakârlık ederek can verirsen.
  • چون اشارتهاش را بر جان نهی ** در وفای آن اشارت جان دهی‌‌
  • Sana nice sır işaretleri bahşeyler; senden yükü kaldırır, seni iş güç sahibi eder. 935
  • پس اشارتهای اسرارت دهد ** بار بر دارد ز تو کارت دهد
  • Şimdi yük altındasın; Tanrı seni yükler, bindirir… Şimdi onun emrini kabul etmektesin; sonra seni makbul eder.
  • حاملی محمول گرداند ترا ** قابلی مقبول گرداند ترا
  • Şimdi onun emrini kabul etmişsin, sonra o emirleri söylersin. Şimdi vuslat arıyorsun, ondan sonra da vasıl olursun.
  • قابل امر ویی قایل شوی ** وصل جویی بعد از آن واصل شوی‌‌
  • Tanrı’nın nimetine şükretmeye çalışmak kudrettir. Senin cebrîliğin ise o nimeti inkârdır.
  • سعی شکر نعمتش قدرت بود ** جبر تو انکار آن نعمت بود
  • Onun verdiği kudrete şükretmek kudretini artırır. Cebir ise nimeti elinden çıkarır.
  • شکر قدرت قدرتت افزون کند ** جبر نعمت از کفت بیرون کند
  • Senin cebrîliğin yolda uyumaktır, uyuma; o kapıyı, o dergâhı görmedikçe uykuya dalma! 940
  • جبر تو خفتن بود در ره مخسب ** تا نبینی آن در و درگه مخسب‌‌
  • Ey dikkatsiz Cebrî! Sakın o meyvalı ağacın altından gayrı bir yerde uyuma.
  • هان مخسب ای جبری بی‌‌اعتبار ** جز به زیر آن درخت میوه‌‌دار
  • Ki rüzgâr her anda dalları silkip başına çerez ve azık döksün.
  • تا که شاخ افشان کند هر لحظه باد ** بر سر خفته بریزد نقل و زاد