- Fakirlikten korkmak, tıpkı o adamın ölümden korkmasına benzer. Hırsı, çalışmayı da sen Hindistan farz et!
- ترس درویشی مثال آن هراس ** حرص و کوشش را تو هندستان شناس
- Süleyman rüzgâra emretti; rüzgâr da onu derhal Hindistan’da bir adaya götürdü.
- باد را فرمود تا او را شتاب ** برد سوی قعر هندستان بر آب
- Ertesi gün Süleyman, divan vakti halkla buluşunca Azrail’e dedi ki:
- روز دیگر وقت دیوان و لقا ** پس سلیمان گفت عزراییل را
- Acaba bu işi, o adamı hanümanından avare etmek için mi yaptın? 965
- کان مسلمان را بخشم از چه چنان ** بنگریدی تا شد آواره ز خان
- Ben ona hışımla ne vakit baktım? Onu yol uğrağında görünce şaşırdım.
- گفت من از خشم کی کردم نظر ** از تعجب دیدمش در رهگذر
- Çünkü Hak bana “Haydi bugün var, onun canını Hindistan’da al” buyurdu.
- که مرا فرمود حق که امروز هان ** جان او را تو به هندستان ستان
- Taaccüple “Yüz tane kanadı olsa Hindistan’a gitmesi yine uzak” dedim.”
- از عجب گفتم گر او را صد پر است ** او به هندستان شدن دور اندر است
- İşte sen dünya işlerini hep buna kıyas et, gözünü aç da gör!
- تو همه کار جهان را همچنین ** کن قیاس و چشم بگشا و ببین
- Kimden kaçıyoruz, kendimizden mi? Ne olmayacak şey! Kimden kapıp kurtarıyoruz, Hak’tan mı? Ne boş zahmet! 970
- از که بگریزیم از خود ای محال ** از که برباییم از حق ای وبال
- Yine aslanın çalışmayı tevekküle tercih etmesi ve çalışmanın faydalarını bildirmesi
- باز ترجیحنهادن شیر جهد را بر توکل و فواید جهد را بیان کردن
- Aslan dedi ki: “Doğru ama Peygamberlerin, müminlerin çalışmalarını da gör.
- شیر گفت آری و لیکن هم ببین ** جهدهای انبیا و مومنین
- Cefadan, kahırdan ne gördülerse mükâfata nail oldular; Tanrı onların mücahedesini zayi etmedi.
- حق تعالی جهدشان را راست کرد ** آن چه دیدند از جفا و گرم و سرد
- Onların başvurdukları çareler her hususta lâtif oldu. Çünkü zariften ne gelirse zariftir.
- حیلههاشان جمله حال آمد لطیف ** کل شیء من ظریف هو ظریف
- Tuzakları felek kuşunu tuttu; noksanları tamamen sayıldı.
- دامهاشان مرغ گردونی گرفت ** نقصهاشان جمله افزونی گرفت
- Ey ulu kişi! Nebîlerin ve velilerin yolunda çalış! 975
- جهد میکن تا توانی ای کیا ** در طریق انبیا و اولیا
- Kaza ve kaderle pençeleşmek mücahede sayılmaz. Çünkü bizi pençeleştiren, savaştıran da kaza ve kaderdir.
- با قضا پنجه زدن نبود جهاد ** ز آن که این را هم قضا بر ما نهاد
- Bir kimse iman ve itaat yolunda yürüyüp de bir an bile ziyan etmişse kâfirim!
- کافرم من گر زیان کرده ست کس ** در ره ایمان و طاعت یک نفس
- Başın yarılmamış, şu başını bağlama. Birkaç gün çalış da ondan sonra gül!
- سر شکسته نیست این سر را مبند ** یک دو روزک جهد کن باقی بخند
- Dünyayı arayan kimse olmayacak ve kötü bir şey aradı. Ukbayı arayansa kendine iyi bir hal aramış oldu.
- بد محالی جست کاو دنیا بجست ** نیک حالی جست کاو عقبی بجست
- Dünya kazancı için çarelere başvurmak soğuk bir şeydir. Dünyayı terk etmek için çarelere başvurmak ise caizdir, emredilmiştir. 980
- مکرها در کسب دنیا بارد است ** مکرها در ترک دنیا وارد است
- Hile ve çare diye zindanı delip de çıkmaya derler. Yoksa birisi zaten açılmış deliği kapatırsa yaptığı iş, soğuk ve ters bir iştir.
- مکر آن باشد که زندان حفره کرد ** آن که حفره بست آن مکری ست سرد
- Bu dünya zindandır, biz de zindandaki mahpuslarız. Zindanı del, kendini kurtar!
- این جهان زندان و ما زندانیان ** حفره کن زندان و خود را وارهان
- Dünya nedir? Tanrı’dan gafil olmaktır. Kumaş, para, ölçüp tartarak ticaret etmek ve kadın; dünya değildir.
- چیست دنیا از خدا غافل بدن ** نی قماش و نقره و میزان و زن
- Din yolunda sarf etmek üzere kazandığın mala, Peygamber, “ne güzel mal” demiştir.
- مال را کز بهر دین باشی حمول ** نعم مال صالح خواندش رسول
- Suyun gemi içinde olması geminin helâkidir. Gemi altındaki su ise gemiye; geminin yürümesine yardımcıdır. 985
- آب در کشتی هلاک کشتی است ** آب اندر زیر کشتی پشتی است
- Mal, mülk sevgisini gönülden sürüp çıkardığındandır ki Süleyman, ancak yoksul adını takındı.
- چون که مال و ملک را از دل براند ** ز آن سلیمان خویش جز مسکین نخواند