- Canımız neşelenirse bizden iyilikler, ihsanlar doğar.
- وز قران خرمی با جان ما ** میبزاید خوبی و احسان ما
- Güzelce, dilediğimiz gibi gezdik, eğlendik mi karnımız acıkır, iştahımız artar.
- قابل خوردن شود اجسام ما ** چون بر آید از تفرج کام ما
- Rengin kızarması karanlıktandır. Kan da hoş ve gül renkli güneştendir.
- سرخ رویی از قران خون بود ** خون ز خورشید خوش گلگون بود
- Renklerin en güzeli kırmızı renktir. O renk de güneştendir, güneşten meydana gelir.
- بهترین رنگها سرخی بود ** و آن ز خورشید است و از وی میرسد
- Zuhale karîn olan her yer çoraklaşır, oraya ekin ekilemez. 1100
- هر زمینی کان قرین شد با زحل ** شوره گشت و کشت را نبود محل
- Bir şeyin bir şeyle birleşmesi, kuvvetin halindeki fiili meydana çıkarır; Şeytan’ın münafıkla birleşmesi gibi.
- قوت اندر فعل آید ز اتفاق ** چون قران دیو با اهل نفاق
- Bu manalara, dokuzuncu kat gökten yüce derecesiz dereceler, mekânsız yücelikler vardır.
- این معانی راست از چرخ نهم ** بیهمه طاق و طرم طاق و طرم
- Halkın makamı, derecesi ariyettir. Fakat Emir Âlemi olan Melekût diyarının makam ve derecesi aslidir.
- خلق را طاق و طرم عاریت است ** امر را طاق و طرم ماهیت است
- Hâlbuki halk, makam ve derece için aşağılıklara katlanır, bayağı hallere düşer, yücelik ümidiyle horluktan lezzet alır, hoşlanır!
- از پی طاق و طرم خواری کشند ** بر امید عز در خواری خوشند
- On günlük yücelik için zilleti çekerler, gam ve gussa ile boyunlarını iğ gibi ipince bir hale korlar. 1105
- بر امید عز ده روزهی خدوک ** گردن خود کردهاند از غم چو دوک
- Nasıl oluyor da benim bulunduğum yere, bu yücelikten aydın güneş olduğum mekâna gelmiyorlar?
- چون نمیآیند اینجا که منم ** کاندر این عز آفتاب روشنم
- Güneşin doğduğu yer, kapkara bir burçtur. Bizim güneşimizse doğu yerlerinden dışarıdır!
- مشرق خورشید برج قیرگون ** آفتاب ما ز مشرقها برون
- Onun doğduğu yer, zerrelerine nispetle doğu yeridir. Hâlbuki zatı ne doğar, ne dolunur!
- مشرق او نسبت ذرات او ** نه بر آمد نه فرو شد ذات او
- Onun arta kalan zerreleri olan bizler de iki cihanda gölgesiz bir güneşiz.
- ما که واپس ماند ذرات ویایم ** در دو عالم آفتابی بیفیایم
- Ne şaşılacak şey! Böyle olduğu halde yine Şems’in etrafında dönüp dolaşmaktayım. Buna sebep de yine Şems’in ışığı, aydınlığı! 1110
- باز گرد شمس میگردم عجب ** هم ز فر شمس باشد این سبب
- Şems, hem sebepleri, vesileleri meydana getirmede, hem de sebepler, vesileler ona erişememekte!
- شمس باشد بر سببها مطلع ** هم از او حبل سببها منقطع
- Yüz binlerce defa ümidimi kestim. Kimden mi? Şems’ten. Buna inanır mısınız?
- صد هزاران بار ببریدم امید ** از که از شمس این شما باور کنید
- Ben güneşten ümidimi keseyim, balık suya sabretsin! Bu sözüme inanma sakın!
- تو مرا باور مکن کز آفتاب ** صبر دارم من و یا ماهی ز آب
- Ümitsizliğe düşersem ümitsizliğimde güneşin işidir, onun tecellisidir ey Hasan!
- ور شوم نومید نومیدی من ** عین صنع آفتاب است ای حسن
- Sanat, nasıl olur da sanatkârdan ayrılır? Hiç var olan, varlıktan başka bir yerde otlar mı? 1115
- عین صنع از نفس صانع چون برد ** هیچ هست از غیر هستی چون چرد
- Bütün varlıklar bu bahçede yayılır. İster Burak olsun, ister Arap atları, ister eşek!
- جمله هستیها از این روضه چرند ** گر براق و تازیان ور خود خرند
- Fakat bu hareketlerin bu denizden olduğunu görmeyen, her an yeni bir mihraba yüz çevirir.
- و انکه گردشها از آن دریا ندید ** هر دم آرد رو به صحرایی جدید
- O, tatlı denizden acı su içe, içe nihayet o acı su, gözünü kör etmiştir.
- او ز بحر عذب آب شور خورد ** تا که آب شور او را کور کرد
- Deniz “ Ey kör, benden sağ elinle su iç de gözün açılsın” der.
- بحر میگوید به دست راست خور ** ز آب من ای کور تا یابی بصر
- Burada sağ el, hüsnü zandır. Çünkü iyinin, kötünün nereden geldiğini hüsnü zan bilir. 1120
- هست دست راست اینجا ظن راست ** کاو بداند نیک و بد را کز کجاست