English    Türkçe    فارسی   

2
1127-1151

  • Hatta sana haset eden ben bile olsam, bırak, can çekişip durayım, sakın can bağışlama.
  • مر حسودت را اگر چه آن منم ** جان مده تا همچنین جان می‏کنم‏
  • Güneşe haset eden, güneşin varlığından incinen kişi yok mu?
  • آن که او باشد حسود آفتاب ** و انکه می‏رنجد ز بود آفتاب‏
  • Ah, işte sana devası olmayan illet. O adam kördür, kör! İşte sana ebediyen kuyunun ta dibine düşmüş kalmış bir kişi!
  • اینت درد بی‏دوا کاو راست آه ** اینت افتاده ابد در قعر چاه‏
  • O ezeli güneşi yok etmek ister, fakat söyle, bu muradı nasıl olur da yerine gelir, imkân var mı? 1130
  • نفی خورشید ازل بایست او ** کی بر آید این مراد او بگو
  • Doğan’ın viranede baykuşlar içine düşmesi
  • .
  • Doğan diye, dönüp tekrar padişaha gelen doğana derler. Yolunu kaybeden kör doğandır.
  • باز آن باشد که باز آید به شاه ** باز کور است آن که شد گم کرده راه‏
  • Bir doğan, yolunu kaybetti, bir viraneye düştü, Baykuşların arasında kaldı.
  • راه را گم کرد و در ویران فتاد ** باز در ویران بر جغدان فتاد
  • O rıza nurundandı, baştanbaşa nurdu; fakat kaza ve kader çavuşu, gözünü kör etti;
  • او همه نور است از نور رضا ** لیک کورش کرد سرهنگ قضا
  • Gözüne toprak saçtı, onu yoldan sapıttı, viranede baykuşlar arasına uğrattı.
  • خاک در چشمش زد و از راه برد ** در میان جغد و ویرانش سپرد
  • Padişahtan ayrı düşmesi şöyle dursun, baykuşlar, başına vurmağa, güzelim kanatlarını yolmaya başladılar. 1135
  • بر سری جغدانش بر سر می‏زنند ** پر و بال نازنینش می‏کنند
  • Baykuşlar arasına “Kendinize gelin; doğan yerinizi, yurdunuzu almaya geldi” diye bir velveledir düştü.
  • ولوله افتاد در جغدان که ها ** باز آمد تا بگیرد جای ما
  • Mahalle köpekleri gibi hepsi de kızgın, korkunç bir halde garip doğanın başına üşüşüp hırkasını çekiştirmeye başladılar.
  • چون سگان کوی پر خشم و مهیب ** اندر افتادند در دلق غریب‏
  • Doğan, “Ben baykuşlara lâyık mıyım? Baykuşlara bunun gibi yüzlerce virane bağışladım.
  • باز گوید من چه در خوردم به جغد ** صد چنین ویران فدا کردم به جغد
  • Ben burada kalmak istemem, padişaha dönmek isterim.
  • من نخواهم بود اینجا می‏روم ** سوی شاهنشاه راجع می‏شوم‏
  • Tasalanıp kendinize kıymayın. Ben burada durmam vatanıma giderim. 1140
  • خویشتن مکشید ای جغدان که من ** نه مقیمم می‏روم سوی وطن‏
  • Bu harabe, sizin gözünüze hoş bir yer görünüyor, bana değil. Benim naz ettiğim yer, padişahın koludur” diyordu.
  • این خراب آباد در چشم شماست ** ور نه ما را ساعد شه باز جاست‏
  • Baykuş ise “ Doğan sizi evinizden, barkınızdan etmek için hileye sapıyor.
  • جغد گفتا باز حیلت می‏کند ** تا ز خان و مان شما را بر کند
  • Hile ile bizi yurdumuzdan ayırmak, yuvamızdan etmek niyetinde.
  • خانه‏های ما بگیرد او به مکر ** بر کند ما را به سالوسی ز وکر
  • Bu hileci tokluk gösteriyor ama Allah hakkı için bütün harislerden beterdir.
  • می‏نماید سیری این حیلت پرست ** و الله از جمله‏ی حریصان بدتر است‏
  • Hırsından balçığı pekmez gibi yer. Ayıya kuyruğunuzu kaptırmayın. 1145
  • او خورد از حرص طین را همچو دبس ** دنبه مسپارید ای یاران به خرس‏
  • Bizim gibi saf kişileri yoldan çıkarmak için padişahtan, padişahın elinden dem vurmakta.
  • لاف از شه می‏زند وز دست شاه ** تا برد او ما سلیمان را ز راه‏
  • Bir kuşcağız, hiç padişahla düşüp kalkar mı? Bir parçacık aklınız varsa dinlemeyin bu sözü,
  • خود چه جنس شاه باشد مرغکی ** مشنوش گر عقل داری اندکی‏
  • O, padişahın cinsinden mi, vezirin cinsinden mi? Hiç sarımsakla badem helvası yenir mi?
  • جنس شاه است او و یا جنس وزیر ** هیچ باشد لایق لوزینه سیر
  • Padişah, adamlarıyla beni arıyor demesi de hilesinden, fendinden.
  • آن چه می‏گوید ز مکر و فعل و فن ** هست سلطان با حشم جویای من‏
  • Bu, kabul edilmeyecek bir malihulya. Bu, olmayacak bir lâf, ahmak aldatmak için kurulmuş bir tuzak! 1150
  • اینت مالیخولیای ناپذیر ** اینت لاف خام و دام گول گیر
  • Kim buna inanırsa ahmaklığından inanır. Zayıf bir kuşcağızın padişahla ne münasebeti olabilir?
  • هر که این باور کند از ابلهی است ** مرغک لاغر چه در خورد شهی است‏