English    Türkçe    فارسی   

2
1172-1196

  • Rüzgâr, ateşi yaktığı, yanmasına yardım ettiği için rüzgârın cinsi demektir. Nihayet şarap, tabiata neşe verdiğinden onun cinsidir.
  • باد جنس آتش آمد در قوام ** طبع را جنس آمده ست آخر مدام‏
  • Cinsimiz, padişah cinsinden olmadığı için varlığımız onun varlığına büründü, yok oldu.
  • جنس ما چون نیست جنس شاه ما ** مای ما شد بهر مای او فنا
  • Varlığımız kalmayınca da tek olarak onun varlığı kaldı. Ben onun atının ayağı önünde toz gibiyim, toz gibi!
  • چون فنا شد مای ما او ماند فرد ** پیش پای اسب او گردم چو گرد
  • Can da, canın nişaneleri de toprak oldu. Toprakta onun ayak izi var.” 1175
  • خاک شد جان و نشانیهای او ** هست بر خاکش نشان پای او
  • Bu izi bulmak için ayağı altında toprak ol ki başı dik kişilerin tacı olasın.
  • خاک پایش شو برای این نشان ** تا شوی تاج سر گردن کشان‏
  • Sizi şeklimin aldatmaması için sözümü dinlemeden şarabımı için, mezemi yiyin.
  • تا که نفریبد شما را شکل من ** نقل من نوشید پیش از نقل من‏
  • Nice kişiler var ki suret, onların yolarını kesti. Surette kastettiler, Allah’a çattılar.
  • ای بسا کس را که صورت راه زد ** قصد صورت کرد و بر الله زد
  • Bu can da, bedenle birleşmiştir ya. Fakat hiç can bedene benzer mi?
  • آخر این جان با بدن پیوسته است ** هیچ این جان با بدن مانند هست‏
  • Göz nuru iç yağıyla eş olmuştur, gönül nuru bir katre kanda gizli. 1180
  • تاب نور چشم با پیه است جفت ** نور دل در قطره‏ی خونی نهفت‏
  • Neşe ciğerin kızılındandır, gam karasında; akıl bir mum gibi beynim içinde.
  • شادی اندر گرده و غم در جگر ** عقل چون شمعی درون مغز سر
  • Bu alâkadar keyfiyetsiz bir tarzdadır. Akıllar, bu keyfiyetsizliği bilmede âcizdir.
  • این تعلقها نه بی‏کیف است و چون ** عقلها در دانش چونی زبون‏
  • Külli can, cüzi cana alâkalandı; can ondan bir inci alıp boynuna koydu.
  • جان کل با جان جزو آسیب کرد ** جان از او دری ستد در جیب کرد
  • Meryem nasıl gönüller alan Mesih’e gebe kaldıysa can da onun gibi koynuna aldığı o inciden gebe kaldı.
  • همچو مریم جان از آن آسیب جیب ** حامله شد از مسیح دل فریب‏
  • Fakat o Mesih, kuru ve yaş üstünde, yeryüzünde seyahat eden Mesih değildir. O Mesih’in şanı seyahatten yücedir. 1185
  • آن مسیحی نه که بر خشک و تر است ** آن مسیحی کز مساحت برتر است‏
  • Can, canlar canından gebe kaldı ya. İşte cihan, böyle candan gebe kalır.
  • پس ز جان جان چو حامل گشت جان ** از چنین جانی شود حامل جهان‏
  • Cihan da başka bir cihan doğurur. Bu mahşer de başka bir mahşer gösterir.
  • پس جهان زاید جهان دیگری ** این حشر را وا نماید محشری‏
  • Kıyamete kadar söylesem, saysam bu kıyameti anlatamam.
  • تا قیامت گر بگویم بشمرم ** من ز شرح این قیامت قاصرم‏
  • Bu, sözler, mana bakımından “ Yarab” nidasına benzer. Harfler, bir tatlı dudaklının nefesini avlamağa tuzaktır.
  • این سخنها خود به معنی یا ربی است ** حرفها دام دم شیرین لبی است‏
  • Kulun “Yarab” sözüne Allah’ın “Lebbeyk” cevabı geldikten sonra, nasıl olur da “Yarab” demekte kusur eder? 1190
  • چون کند تقصیر پس چون تن زند ** چون که لبیکش به یا رب می‏رسد
  • Fakat bu “ lebbeyk” öyle bir “Lebbeyk” tir ki onu işitemezsin ama baştan aşağıya kadar bütün vücudunla tadabilirsin.
  • هست لبیکی که نتوانی شنید ** لیک سر تا پای بتوانی چشید
  • Susuz birisinin duvarın üstünden ırmağa taş, topaç atması
  • کلوخ انداختن تشنه از سر دیوار در جوی آب
  • Bir ırmak kıyısında yüksek bir duvar vardı. Duvarın üstünde dertli bir susuz duruyordu.
  • بر لب جو بود دیواری بلند ** بر سر دیوار تشنه‏ی دردمند
  • Suya erişmesine o duvar mâniydi. Susuz adam, âdeta su için balık gibi çırpınmaktaydı.
  • مانعش از آب آن دیوار بود ** از پی آب او چو ماهی زار بود
  • Birden suya bir kerpiç parçası attı. Suyun sesi bir göz gibi kulağına geldi.
  • ناگهان انداخت او خشتی در آب ** بانگ آب آمد به گوشش چون خطاب‏
  • O ses, tatlı bir sevgilinin sesi gibiydi. O ses, adamı şarap gibi sarhoş etmişti. 1195
  • چون خطاب یار شیرین لذیذ ** مست کرد آن بانگ آبش چون نبیذ
  • O mihnetlere düşmüş adam, suyun temiz sesinden hoşlanıp duvardan kerpiç kopararak suya atmaya başladı.
  • از صفای بانگ آب آن ممتحن ** گشت خشت انداز ز آن جا خشت‏کن‏