- Göz nuru iç yağıyla eş olmuştur, gönül nuru bir katre kanda gizli. 1180
- تاب نور چشم با پیه است جفت ** نور دل در قطرهی خونی نهفت
- Neşe ciğerin kızılındandır, gam karasında; akıl bir mum gibi beynim içinde.
- شادی اندر گرده و غم در جگر ** عقل چون شمعی درون مغز سر
- Bu alâkadar keyfiyetsiz bir tarzdadır. Akıllar, bu keyfiyetsizliği bilmede âcizdir.
- این تعلقها نه بیکیف است و چون ** عقلها در دانش چونی زبون
- Külli can, cüzi cana alâkalandı; can ondan bir inci alıp boynuna koydu.
- جان کل با جان جزو آسیب کرد ** جان از او دری ستد در جیب کرد
- Meryem nasıl gönüller alan Mesih’e gebe kaldıysa can da onun gibi koynuna aldığı o inciden gebe kaldı.
- همچو مریم جان از آن آسیب جیب ** حامله شد از مسیح دل فریب
- Fakat o Mesih, kuru ve yaş üstünde, yeryüzünde seyahat eden Mesih değildir. O Mesih’in şanı seyahatten yücedir. 1185
- آن مسیحی نه که بر خشک و تر است ** آن مسیحی کز مساحت برتر است
- Can, canlar canından gebe kaldı ya. İşte cihan, böyle candan gebe kalır.
- پس ز جان جان چو حامل گشت جان ** از چنین جانی شود حامل جهان
- Cihan da başka bir cihan doğurur. Bu mahşer de başka bir mahşer gösterir.
- پس جهان زاید جهان دیگری ** این حشر را وا نماید محشری
- Kıyamete kadar söylesem, saysam bu kıyameti anlatamam.
- تا قیامت گر بگویم بشمرم ** من ز شرح این قیامت قاصرم
- Bu, sözler, mana bakımından “ Yarab” nidasına benzer. Harfler, bir tatlı dudaklının nefesini avlamağa tuzaktır.
- این سخنها خود به معنی یا ربی است ** حرفها دام دم شیرین لبی است
- Kulun “Yarab” sözüne Allah’ın “Lebbeyk” cevabı geldikten sonra, nasıl olur da “Yarab” demekte kusur eder? 1190
- چون کند تقصیر پس چون تن زند ** چون که لبیکش به یا رب میرسد
- Fakat bu “ lebbeyk” öyle bir “Lebbeyk” tir ki onu işitemezsin ama baştan aşağıya kadar bütün vücudunla tadabilirsin.
- هست لبیکی که نتوانی شنید ** لیک سر تا پای بتوانی چشید
- Susuz birisinin duvarın üstünden ırmağa taş, topaç atması
- کلوخ انداختن تشنه از سر دیوار در جوی آب
- Bir ırmak kıyısında yüksek bir duvar vardı. Duvarın üstünde dertli bir susuz duruyordu.
- بر لب جو بود دیواری بلند ** بر سر دیوار تشنهی دردمند
- Suya erişmesine o duvar mâniydi. Susuz adam, âdeta su için balık gibi çırpınmaktaydı.
- مانعش از آب آن دیوار بود ** از پی آب او چو ماهی زار بود
- Birden suya bir kerpiç parçası attı. Suyun sesi bir göz gibi kulağına geldi.
- ناگهان انداخت او خشتی در آب ** بانگ آب آمد به گوشش چون خطاب
- O ses, tatlı bir sevgilinin sesi gibiydi. O ses, adamı şarap gibi sarhoş etmişti. 1195
- چون خطاب یار شیرین لذیذ ** مست کرد آن بانگ آبش چون نبیذ
- O mihnetlere düşmüş adam, suyun temiz sesinden hoşlanıp duvardan kerpiç kopararak suya atmaya başladı.
- از صفای بانگ آب آن ممتحن ** گشت خشت انداز ز آن جا خشتکن
- Su sanki “Ey adam, bana taş atmadan ne fayda elde ediyorsun ki?” diye bağırmaktaydı.
- آب میزد بانگ یعنی هی ترا ** فایده چه زین زدن خشتی مرا
- Susuz dedi ki. “ Ey su, iki fayda var. Onun için ben bu işten el çekmem.
- تشنه گفت آیا مرا دو فایده است ** من از این صنعت ندارم هیچ دست
- Birinci fayda şu: Su sesini duymak, susuzlara rebap dinlemek gibi.
- فایدهی اول سماع بانگ آب ** کاو بود مر تشنگان را چون رباب
- Su sesi İsrafil’in sesine benziyor. Ölü bile bu sesten hayat bulmada. 1200
- بانگ او چون بانگ اسرافیل شد ** مرده را زین زندگی تحویل شد
- Yahut bu ses, bahar günlerindeki gök gürültüsü sesini andırıyor. Bu ses yüzünden bağlar, bahçeler, ne kadar güzelleşiyor, çiçeklerle dolar.
- یا چو بانگ رعد ایام بهار ** باغ مییابد از او چندین نگار
- Yahut yoksula zekât zamanını geldiği söylenmiş, mahpusa kurtuluş müjdesi verilmiş gibi.
- یا چو بر درویش ایام زکات ** یا چو بر محبوس پیغام نجات
- Muhammet’e Yemen’den gelen ve ağızsız söylenen Rahman nefesine.
- چون دم رحمان بود کان از یمن ** میرسد سوی محمد بیدهن
- Yahut âsilere şefaate gelen Ahmed’in,
- یا چو بوی احمد مرسل بود ** کان به عاصی در شفاعت میرسد