English    Türkçe    فارسی   

2
1301-1325

  • Onu gâh yüceltir, gâh alçaltır. Gâh doğrultur, gâh kırar.
  • گه بلندش می‏کند گاهیش پست ** گه درستش می‏کند گاهی شکست‏
  • Gâh sağa götürür, gâh sola… Gâh gül bahçesi haline kor, gâh diken haline.
  • گه یمینش می‏برد گاهی یسار ** گه گلستانش کند گاهیش خار
  • El gizlidir, yazı yazan kalemi gör. At oynayıp seğirtmekte, binici meydanda değil.
  • دست پنهان و قلم بین خط گزار ** اسب در جولان و ناپیدا سوار
  • Fırlayıp giden oka bak, yay gizli. Canlar meydanda da canların canı görünmüyor.
  • تیر پران بین و ناپیدا کمان ** جانها پیدا و پنهان جان جان‏
  • Oku kırma. O padişah okudur. Yaydan çıkan ok değildir, her şeyi bilenin şastından atılmıştır. 1305
  • تیر را مشکن که این تیر شهی است ** تیر پرتابی ز شصت آگهی است‏
  • Hak, “ Mâ remeyte iz remeyte” dedi. Allah’ın işi, bütün işlere örnektir, misaldir.
  • ما رمیت إذ رمیت گفت حق ** کار حق بر کارها دارد سبق‏
  • Kendi kızgınlığını kır, oku kırma. Senin kızgın gözün sana sütü kan gösterir.
  • خشم خود بشکن تو مشکن تیر را ** چشم خشمت خون شمارد شیر را
  • O kanlara bulanmış, senin kanınla ıslanmış oku alıp öp de padişaha götür.
  • بوسه ده بر تیر و پیش شاه بر ** تیر خون آلود از خون تو تر
  • Meydanda olan âcizdir, bağlanmıştır, zebundur. Görünmeyense pek kuvvetli ve galip.
  • آن چه پیدا عاجز و بسته و زبون ** و آن چه ناپیدا چنان تند و حرون‏
  • Biz avlardan ibaretiz, kimin böyle bir tuzağı var? Çevgânın önünde toplardan başka bir şey değiliz, çevgânı idare eden nerde? 1310
  • ما شکاریم این چنین دامی کراست ** گوی چوگانیم چوگانی کجاست‏
  • Yırtıyor, dikiyor, nerde bu terzi? Üflüyor, yakıyor, nerde bu ateşi yakan?
  • می‏درد می‏دوزد این خیاط کو ** می‏دمد می‏سوزد این نفاط کو
  • Bir an içinde sıddıkı kâfir eder, bir an içinde zındıkı zahit.
  • ساعتی کافر کند صدیق را ** ساعتی زاهد کند زندیق را
  • Onun içindir ki ihlâs sahibi, varlığından tamamıyla halâs olmadıkça tuzağa düşmek tehlikesindedir.
  • ز انکه مخلص در خطر باشد ز دام ** تا ز خود خالص نگردد او تمام‏
  • Çünkü yoldadır, yol kesicilerse sayısız. Ancak Allah amanında olan kurtulur.
  • ز انکه در راهست و ره زن بی‏حد است ** آن رهد کاو در امان ایزد است‏
  • Aynası tamamıyla arınmayan, henüz ihlâs sahibidir. Kuş tutmayan henüz avla meşguldür. 1315
  • آینه‏ی خالص نگشت او مخلص است ** مرغ را نگرفته است او مقنص است‏
  • Fakat ihlâs sahibini Allah ihlâs makamına ulaştırırsa ihlâs sahibi kurtulur, emniyet makamına varır.
  • چون که مخلص گشت مخلص باز رست ** در مقام امن رفت و برد دست‏
  • Hiçbir ayna yoktur ki ayna olduktan sonra tekrar demir haline gelsin. Hiçbir ekmek yoktur ki tekrar harmandaki buğday şekline dönsün.
  • هیچ آیینه دگر آهن نشد ** هیچ نانی گندم خرمن نشد
  • Hiçbir üzüm tekrar dönüp koruk olmaz. Hiçbir olmuş meyve tekrar turfanda haline gelmez.
  • هیچ انگوری دگر غوره نشد ** هیچ میوه‏ی پخته با کوره نشد
  • Piş, ol da bozulmadan kurtul. Yürü, Burhan-ı Muhakkık gibi nur ol.
  • پخته گرد و از تغیر دور شو ** رو چو برهان محقق نور شو
  • Kendinden kurtuldun mu tamamıyla Burhan olursun. Kul yok oldu mu sultan kesilirsin. 1320
  • چون ز خود رستی همه برهان شدی ** چون که بنده نیست شد سلطان شدی‏
  • Bunu apaçık görmek istersen Salâhaddin gösterdi, gözleri görür bir hale getirdi, açtı.
  • ور عیان خواهی صلاح دین نمود ** دیده‏ها را کرد بینا و گشود
  • Allah nuruna sahip olan her göz, fakrı onun gözünden dersler verir.
  • فقر را از چشم و از سیمای او ** دید هر چشمی که دارد نور هو
  • Şeyh, Allah gibi aletsiz işler görür. Müritlere sözsüz dersler verir.
  • شیخ فعال است بی‏آلت چو حق ** با مریدان داده بی‏گفتی سبق‏
  • Gönül, onun elinde mum gibi yumuşaktır. Mührü, gönle gâh ayıp, gâh şeref damgasını basar.
  • دل به دست او چو موم نرم رام ** مهر او گه ننگ سازد گاه نام‏
  • Mumundaki mühür, bir yüzüğe alamettir, onu hatırlatır, ya asıl o yüzük de ki nakış kimin alametidir, kimi hatırlatmaktadır? 1325
  • مهر مومش حاکی انگشتری است ** باز آن نقش نگین حاکی کیست‏