English    Türkçe    فارسی   

2
1469-1493

  • Padişahlıktan feragat edeni padişah bil. Onun nuru ayla güneş olmaksızın da parlar durur.
  • شاه آن دان کاو ز شاهی فارغ است ** بی‏مه و خورشید نورش بازغ است‏
  • Mahzene sahip olan, zatı mahzen olmuş kişidir. Varlığa, mağlûp olan, varlığa düşman olan kişidir. 1470
  • مخزن آن دارد که مخزن ذات اوست ** هستی او دارد که با هستی عدوست‏
  • Lokman’ın efendisi, görünüşte onun efendisiydi ama hakikatte Lokman’ın kuluydu.
  • خواجه‏ی لقمان به ظاهر خواجه‏وش ** در حقیقت بنده، لقمان خواجه‏اش‏
  • Bu ters dünyada benzerler pek çoktur. Onların nazarında bir gevher, çöp parçasından da bayağıdır.
  • در جهان باژگونه زین بسی است ** در نظرشان گوهری کم از خسی است‏
  • Her çöle, geçip kurtulunacak yer adı verilmiştir. Ad ve suret, halkın akıllarına tuzaktır.
  • مر بیابان را مفازه نام شد ** نام و رنگی عقلشان را دام شد
  • Bir güruhu, elbisesi tanıtır. Onu o libasla görünce avamdan derler.
  • یک گره را خود معرف جامه است ** در قبا گویند کاو از عامه است‏
  • Mürailik sureti de bir güruhun adını zâhitliğe çıkarmıştır. Hâlbuki kendisi riyaya boğulmuştur. 1475
  • یک گره را ظاهر سالوس زهد ** نور باید تا بود جاسوس زهد
  • Taklitten, kapıp kaçmadan arınmış nur gerek ki, onu, sözünü dinlemeden, işini görmeden tanısın.
  • نور باید پاک از تقلید و غول ** تا شناسد مرد را بی‏فعل و قول‏
  • Bu nura sahip olan, akıl yoluyla onun kalbine girer, nakdini görür, nakil ve rivayete bağlanmaz.
  • در رود در قلب او از راه عقل ** نقد او بیند نباشد بند نقل‏
  • Gaybı adamakıllı bilen Allah’ın has kulları can âleminde kalp casuslarıdır.
  • بندگان خاص علام الغیوب ** در جهان جان جواسیس القلوب‏
  • Hayal gibi gönle girerler. Gizli şey ve hal, onların önünde apaçıktır.
  • در درون دل در آید چون خیال ** پیش او مکشوف باشد سر حال‏
  • Serçenin vücudunda ne kuvvet, ne kudret vardır ki sırrı, doğanın aklından gizli kalsın? 1480
  • در تن گنجشک چه بود برگ و ساز ** که شود پوشیده آن بر عقل باز
  • Allah sırlarına vakıf olan kişinin önünde mahlûkatın sırrı nedir ki?
  • آن که واقف گشت بر اسرار هو ** سر مخلوقات چه بود پیش او
  • Göklere çıkan adama yeryüzünde yürümek güç gelir mi?
  • آن که بر افلاک رفتارش بود ** بر زمین رفتن چه دشوارش بود
  • Be zalim, Davut’un elinde demir mum haline gelir, erirdi, artık onun avucunda mum ne oluyor?
  • در کف داود کاهن گشت موم ** موم چه بود در کف او ای ظلوم‏
  • Lokman, kul şeklinde bir efendiydi. Kulluğu, yalnız zahiri bir görünüşten ibaretti.
  • بود لقمان بنده شکلی خواجه‏ای ** بندگی بر ظاهرش دیباجه‏ای‏
  • Meselâ, efendi tanımadık bir yere giderse kuluna elbisesini giydirir. 1485
  • چون رود خواجه به جای ناشناس ** در غلام خویش پوشاند لباس‏
  • Kendisi de o kölenin libaslarını giyer, köleyi kendisine efendi yapar.
  • او بپوشد جامه‏های آن غلام ** مر غلام خویش را سازد امام‏
  • Kullar gibi onun ardından yürür. Bu suretle kendisini kimseye tanıtmaz.
  • در پیش چون بندگان در ره شود ** تا نباید زو کسی آگه شود
  • Ey kul, sen başköşeye otur. Ben, eski bir kul gibi ayakkabılarını götüreyim.
  • گوید ای بنده تو رو بر صدر شین ** من بگیرم کفش چون بنده‏ی کهین‏
  • Sen sertlik et, bana söv, hiçbir suretle ağırlama.
  • تو درشتی کن مرا دشنام ده ** مر مرا تو هیچ توقیری منه‏
  • Şimdi hizmetin, bence bana hizmet etmeyi bırakmadan ibarettir. Ben, bu suretle gurbet diyarında bile tohumu ekeceğim” der. 1490
  • ترک خدمت خدمت تو داشتم ** تا به غربت تخم حیلت کاشتم‏
  • Efendiler, kendilerini kul sanılsınlar diye kulluğu kabul etmişlerdir.
  • خواجگان این بندگیها کرده‏اند ** تا گمان آید که ایشان برده‏اند
  • Onların gözleri toktur, efendiliğe doymuşlardır, kendilerine lâzım olan işi yapa gelmişlerdir.
  • چشم پر بودند و سیر از خواجگی ** کارها را کرده‏اند آمادگی‏
  • Hâlbuki bu heva ve heves kulları, onların aksine kendilerini akıl ve can efendisi gösterirler.
  • وین غلامان هوا بر عکس آن ** خویشتن بنموده خواجه‏ی عقل و جان‏