- Hâlbuki o perde bile yüzlerce ağzıyla ona gülüp durur. Her ağzı hocaya bir delik olmuştur. ( deliklerden talebenin gönlünü seyreder durur.)
- پرده میخندد بر او با صد دهان ** هر دهانی گشته اشکافی بر آن
- Hoca, talebeye der ki; “ Ey köpekten de aşağı olan, bana hiç mi vefan yok?
- گوید آن استاد مر شاگرد را ** ای کم از سگ نیستت با من وفا
- Haydi, beni kuvvetli, müşküller halledici bir hoca farz etme, tut ki senin gibi bir talebeyim, senin gibi gönül gözüm kör.
- خود مرا استا مگیر آهن گسل ** همچو خود شاگرد گیر و کوردل
- Fakat canına, gönlüne yardımım da mı dokunmadı? Sana ben olmadıkça bir feyiz bile akmıyor. 1585
- نه از منت یاری است در جان و روان ** بیمنت آبی نمیگردد روان
- Şu halde görüyorsun ya, gönlüm, senin bahtının tezgâhı. Be doğru düzen olmayan, bu tezgahı niye kırarsın?
- پس دل من کارگاه بخت تست ** چه شکنی این کارگاه ای نادرست
- Çakmağı gizlice çakıyorum dersen kalpten, kalbe pencere yok mu ki?
- گوییاش پنهان زنم آتش زنه ** نه به قلب از قلب باشد روزنه
- Gönül, nihayet senin fikrini de pencereden görür, andığın şeye şahadet eder.
- آخر از روزن ببیند فکر تو ** دل گواهی میدهد زین ذکر تو
- Tut ki kereminden yüzüne vurmuyor, yüzünü yerlere sürtmüyor, ne söylersen gülüp “ Evet, evet” diyor.
- گیر در رویت نمالد از کرم ** هر چه گویی خندد و گوید نعم
- Fakat senin hilene, hud’ana gülmüyor. Kötü huyuna, yaptığın şeylere gülüyor. 1590
- او نمیخندد ز ذوق مالشت ** او همیخندد بر آن اسگالشت
- Hile edenin göreceği, bulacağı karşılık hileden ibarettir. Büyük testiyi vur kır, küçük testiyi al iç. İşte lâyığın bu!
- پس خداعی را خداعی شد جزا ** کاسه زن کوزه بخور اینک سزا
- Eğer o senden razı olur, bu yüzden gülerse sana yüz binlerce gül açılır.
- گر بدی با تو و را خندهی رضا ** صد هزاران گل شکفتی مر ترا
- Gönlü senden razı olursa bil ki o, Hamel burcunda bir güneş kesilir.
- چون دل او در رضا آرد عمل ** آفتابی دان که آید در حمل
- O yüzden hem gündüz güler hem bahar. Çiçeklerle yeşillikler birbirine karışır.
- زو بخندد هم نهار و هم بهار ** در هم آمیزد شکوفه و سبزهزار
- Yüz binlerce bülbülle kumru ötüşmeye başlar; sessiz cihanı sesle doldurur. 1595
- صد هزاران بلبل و قمری نوا ** افکنند اندر جهان بینوا
- Ruh yaprağını sararmış, kararmış bir halde görüyorsun da padişahın gazabından yine haberin yok.
- چون که برگ روح خود زرد و سیاه ** میببینی چون ندانی خشم شاه
- Padişahın güneşi itap burcunda olunca yüzleri kebap gibi karartır.
- آفتاب شاه در برج عتاب ** میکند روها سیه همچون کباب
- O Utarit’in sayfaları, bizim canımızdır; o sayfalardaki beyazlık, karalık, bizim mizanımız.
- آن عطارد را ورقها جان ماست ** آن سپیدی و آن سیه میزان ماست
- Sonra ruhları; sevdadan, acizlikten kurtarsın diye tekrar kırmızı ve yeşil bir ferman yazar.
- باز منشوری نویسد سرخ و سبز ** تا رهند ارواح از سودا و عجز
- Hulâsa ilkbaharın yazıp çizdiği şeyler de kavsikuzah gibi kırmızı ve yeşil sayılır”. 1600
- سرخ و سبز افتاد نسخ نو بهار ** چون خط قوس و قزح در اعتبار
- Hüthüdün küçücük vücudunu görünce,Belkıs’ın kalben Süleymen Âleyhisselâm’dangelen haberi ulu bulması
- عکس تعظیم پیغام سلیمان علیه السلام در دل بلقیس از صورت حقیر هدهد
- Belkıs’a yüzlerce rahmet olsun. Tanrı, ona yüzlerce erkeğin aklını vermişti.
- رحمت صد تو بر آن بلقیس باد ** که خدایش عقل صد مرده بداد
- Bir hüthüt kuşu, Süleyman’dan birkaç satırdan ibaret bir mektup getirdi.
- هدهدی نامه بیاورد و نشان ** از سلیمان چند حرفی با بیان
- Belkıs okudu. Elçinin getirdiği o şümullü nükteleri hor görmedi.
- خواند او آن نکتهای با شمول ** با حقارت ننگرید اندر رسول
- Gözü, hüthütü gördü, gönlü onun Anka olduğunu anladı. Duygusu onu bir köpekten ibaret gördü, gönlüyse bir derya.
- جسم هدهد دید و جان عنقاش دید ** حس چو کفی دید و دل دریاش دید
- Akıl, bu iki renkli tılsımlar yüzünden Muhammet’le, Ebucehil’lerin savaştığı gibi duygu ile savaşır durur. 1605
- عقل با حس زین طلسمات دو رنگ ** چون محمد با ابو جهلان به جنگ
- Kâfirler, Ahmet’i beşer gördüler. Çünkü onun ayı böldüğünü görmemişlerdi.
- کافران دیدند احمد را بشر ** چون ندیدند از وی انشق القمر