English    Türkçe    فارسی   

2
1642-1666

  • Eğer ağlayıp inleseydi, eğer tövbe ve istiğfar etseydi mahvolan nur, Allah keremiyle yine zuhur ederdi.
  • گر بنالیدی و مستغفر شدی ** نور رفته از کرم ظاهر شدی‏
  • Fakat istiğfar etmek de elde değildir. Tövbe zevki, her sarhoşun mezesi olmaz.
  • لیک استغفار هم در دست نیست ** ذوق توبه نقل هر سر مست نیست‏
  • Yapılan işlerin çirkinliği, küfür ve inkârın şomluğu, onun gönlüne tövbe gelmesine mani oluyordu, tövbe yolunu bağlamıştı.
  • زشتی اعمال و شومی جحود ** راه توبه بر دل او بسته بود
  • Gönlü, katılıkta taşa dönmüştü. Tövbe onu ekin ekmek için nasıl yarabilir? 1645
  • دل به سختی همچو روی سنگ گشت ** چون شکافد توبه آن را بهر کشت‏
  • Nerede Şuayb gibi biri ki duasıyla dağı, ekin ekmek üzere toprak haline getirsin.
  • چون شعیبی کو که تا او را دعا ** بهر کشتن خاک سازد کوه را
  • Halil’in niyazı ve inanışı yüzünden güç ve olmayacak iş mümkün oldu.
  • از نیاز و اعتقاد آن خلیل ** گشت ممکن امر صعب و مستحیل‏
  • Yahut Mukavkıs’ın Peygamberden dilemesi üzerine taşlık yer, gayret güzel bir tarla haline geldi.
  • یا به دریوزه‏ی مقوقس از رسول ** سنگ‏لاخی مزرعی شد با اصول‏
  • Bunlar gibi o kötü adamın inkârı da aksine olarak altını bakır haline getirir, sulhu savaş yapar.
  • همچنین بر عکس آن انکار مرد ** مس کند زر را و صلحی را نبرد
  • Bu kötü kişi, çarpma kehribarıdır. Kabiliyetli toprağı bile taş topaç yapar. 1650
  • کهربای مسخ آمد این دغا ** خاک قابل را کند سنگ و حصا
  • Her gönle secde için izin yok, her ücretlinin ücreti rahmet değil.
  • هر دلی را سجده هم دستور نیست ** مزد رحمت قسم هر مزدور نیست‏
  • Kendine gel de “ Tövbe eder, Allah’a sığınırım” diye cürümde bulunma, günah etme.
  • هین بپشت آن مکن جرم و گناه ** که کنم توبه در آیم در پناه‏
  • Tövbeye de bir parlaklık gerek. Tövbeye de bir şimşek bir bulut şart.
  • می‏بباید تاب و آبی توبه را ** شرط شد برق و سحابی توبه را
  • Meyvenin olması için hararet ve su lâzımdır. Bunun için de bulut ve şimşek icap eder.
  • آتش و آبی بباید میوه را ** واجب آید ابر و برق این شیوه را
  • Gönül şimşeğiyle iki göz bulutu olmadıkça tehdit ve hışım ateşi nasıl yatışır? 1655
  • تا نباشد برق دل و ابر دو چشم ** کی نشیند آتش تهدید و خشم‏
  • Vuslat zevkinin yeşilliği nasıl yetişir, kaynaklardan arı, duru su nasıl coşar?
  • کی بروید سبزه‏ی ذوق وصال ** کی بجوشد چشمه‏ها ز آب زلال‏
  • Gül bahçesi; yeşilliğe nasıl sır söyler, menekşe nasıl olur da yaseminle ahdedebilir?
  • کی گلستان راز گوید با چمن ** کی بنفشه عهد بندد با سمن‏
  • Çınar, dua için nasıl el açar, ağaç havada nasıl baş sallar?
  • کی چناری کف گشاید در دعا ** کی درختی سر فشاند در هوا
  • Çiçek bahar mevsiminde ( renklerle, kokularla dolu olan) eteğini nasıl serper?
  • کی شکوفه آستین پر نثار ** بر فشاندن گیرد ایام بهار
  • Lâlenin yüzü nasıl kan gibi kızarır? Gül, kesesinden nasıl altın saçar? 1660
  • کی فروزد لاله را رخ همچو خون ** کی گل از کیسه بر آرد زر برون‏
  • Nasıl olur da bülbül gülü koklar; üveyik kuşu, bir istekli gibi “Kû-kû- nerede, nerede” diye öter?
  • کی بیاید بلبل و گل بو کند ** کی چو طالب فاخته کوکو کند
  • Nasıl olur da leylek “lek, lek – senin sesin” sesini canla, başla çıkarır. Ey yardımı dilenen Allah, senin de ne demek? Zaten her şey senin mülkünden ibaret.
  • کی بگوید لکلک آن لک لک به جان ** لک چه باشد ملک تست ای مستعان‏
  • Nasıl olur da toprak, içteki sırları gösterir? Nasıl olur da bahçe gökyüzü gibi aydınlanır?
  • کی نماید خاک اسرار ضمیر ** کی شود بی‏آسمان بستان منیر
  • Bu güzel ve ağır elbiseleri nereden getirdiler? Hepsini de kerem sahibi Allahtan. Hepsini de merhamet sahibi Allahtan!
  • از کجا آورده‏اند آن حله‏ها ** من کریم من رحیم کلها
  • O letafetler, bir güzellik nişanesidir, o nişane de ibadet edici bir erin ayak izi. 1665
  • آن لطافتها نشان شاهدی است ** آن نشان پای مرد عابدی است‏
  • Padişahtan nişane gören sevinir. Görmeyene gelince, uyanıp kendine gelemez.
  • آن شود شاد از نشان کاو دید شاه ** چون ندید او را نباشد انتباه‏