English    Türkçe    فارسی   

2
1686-1710

  • Bunlar gibi, yüz binlerce biçarelikler, âşıkların huyudur. Bunlar, sayıya gelmez ki!
  • زین چنین بی‏چارگیها صد هزار ** خوی عشاق است و ناید در شمار
  • Geceleyin bu rüyayı görünce gündüz oldu mu o ümitle günün aydınlanır.
  • چون که شب این خواب دیدی روز شد ** از امیدش روز تو پیروز شد
  • O alâmetler nerede acaba diye gözünü sağa, sola çevirir durursun.
  • چشم گردان کرده‏ای بر چپ و راست ** کان نشان و آن علامتها کجاست‏
  • Eyvah, gün geçer de o alâmetler zuhur etmezse diye yaprak gibi titrersin.
  • بر مثال برگ می‏لرزی که وای ** گر رود روز و نشان ناید به جای‏
  • Mahallelerde, pazarlarda buzağısını kaybetmiş adam gibi koşarsın. 1690
  • می‏دوی در کوی و بازار و سرا ** چون کسی کاو گم کند گوساله را
  • Birisi “ Baba, hayrola, ne koşup duruyorsun? Burada bir şey mi kaybettin, kaybettiğin ne? ” dese,
  • خواجه خیر است این دوادو چیستت ** گم شده اینجا که داری کیستت‏
  • “Hayırdır ama bana. Benden başka kimsenin bilmesi caiz değil.
  • گویی‏اش خیر است لیکن خیر من ** کس نشاید که بداند غیر من‏
  • Söylersem bana gösterilen nişaneler kaybolur. Onlar kayboldu mu ben, öldüm gitti” dersin.
  • گر بگویم نک نشانم فوت شد ** چون نشان شد فوت وقت موت شد
  • Her atlının yüzüne dikkatle bakarsın. Baktığın adam, sana “ Bana deli gibi bakma be” der.
  • بنگری در روی هر مرد سوار ** گویدت منگر مرا دیوانه‏وار
  • Ben, bir sahip kaybettim. Onu aramaya yüz tuttum. 1695
  • گویی‏اش من صاحبی گم کرده‏ام ** رو به جستجوی او آورده‏ام‏
  • Ey atlı, devletin daimî olsun. Âşıklara acı, onları mazur tut” dersin.
  • دولتت پاینده بادا ای سوار ** رحم کن بر عاشقان معذور دار
  • Mademki gayretle aradın dikkatle baktın, bu işe adamakıllı sarıldın. Elbette bulursun. Bir işe ciddi bir suretle sarılan yanılmaz demişler.
  • چون طلب کردی به جد آمد نظر ** جد خطا نکند چنین آمد خبر
  • Ey iyi bahtlı, ansızın atlı gelir, seni sımsıkı kucaklar.
  • ناگهان آمد سواری نیک بخت ** پس گرفت اندر کنارت سخت سخت‏
  • Sen kendinden geçer, dostlarından ayrılırsın. Bu işten haberi olmayan da “ İşte sana riyakâr, işte sana münafık!” der.
  • تو شدی بی‏هوش و افتادی به طاق ** بی‏خبر گفت اینت سالوس و نفاق‏
  • Ne bilsin o, kendisinden geçen kişinin coşkunluğu nedir? Bu kimin vuslatı, nişanesi? Bilmez ki. 1700
  • او چه می‏بیند در او این شور چیست ** او نداند کان نشان وصل کیست‏
  • Bu nişane, gören kişinin hakkındadır. Başkasına bu nişane nereden zuhur edecek?
  • این نشان در حق او باشد که دید ** آن دگر را کی نشان آید پدید
  • Âşığa her an, ondan bir nişane görünmekte, canına can katılmaktadır.
  • هر زمان کز وی نشانی می‏رسید ** شخص را جانی به جانی می‏رسید
  • Sanki çaresiz kalmış balığın önüne su gelmiş. Bu nişaneler, o kitabın delilleridir.
  • ماهی بی‏چاره را پیش آمد آب ** این نشانها تلک آیات الکتاب‏
  • Peygamberlerde olan nişaneler de aşina olan cana mahsustur.
  • پس نشانیها که اندر انبیاست ** خاص آن جان را بود کاو آشناست‏
  • Bu söz noksan kaldı, bir karara bağlanmadı. Gönlüme malik değilim ki mazur gör.! 1705
  • این سخن ناقص بماند و بی‏قرار ** دل ندارم بی‏دلم معذور دار
  • Zerreleri kim sayabilir ki? Hele saymaya kalkışan, aklını aşka kaptırmış bir adam olursa!
  • ذره‏ها را کی تواند کس شمرد ** خاصه آن کاو عشق عقل او ببرد
  • Bağdaki yaprakları, keklik ve karganın ötüşlerini sayabilir miyim?
  • می‏شمارم برگهای باغ را ** می‏شمارم بانگ کبک و زاغ را
  • Bunlar sayıya gelmez ama ben, sınanmış adamı ir şad etmek için sayıyorum.
  • در شمار اندر نیاید لیک من ** می‏شمارم بهر رشد ممتحن‏
  • Zuhal yıldızının nuhusetiyle Müşterinin saadeti, saymaya kalkışan da sayıya sığmaz.
  • نحس کیوان یا که سعد مشتری ** ناید اندر حصر گر چه بشمری‏
  • Fakat böyle olduğu halde bu ikisinin bazı tesirini, yani zarar ve faydalarını anlatmak yine lâzımdır. 1710
  • لیک هم بعضی از این هر دو اثر ** شرح باید کرد یعنی نفع و ضر