- Sen kendinden geçer, dostlarından ayrılırsın. Bu işten haberi olmayan da “ İşte sana riyakâr, işte sana münafık!” der.
- تو شدی بیهوش و افتادی به طاق ** بیخبر گفت اینت سالوس و نفاق
- Ne bilsin o, kendisinden geçen kişinin coşkunluğu nedir? Bu kimin vuslatı, nişanesi? Bilmez ki. 1700
- او چه میبیند در او این شور چیست ** او نداند کان نشان وصل کیست
- Bu nişane, gören kişinin hakkındadır. Başkasına bu nişane nereden zuhur edecek?
- این نشان در حق او باشد که دید ** آن دگر را کی نشان آید پدید
- Âşığa her an, ondan bir nişane görünmekte, canına can katılmaktadır.
- هر زمان کز وی نشانی میرسید ** شخص را جانی به جانی میرسید
- Sanki çaresiz kalmış balığın önüne su gelmiş. Bu nişaneler, o kitabın delilleridir.
- ماهی بیچاره را پیش آمد آب ** این نشانها تلک آیات الکتاب
- Peygamberlerde olan nişaneler de aşina olan cana mahsustur.
- پس نشانیها که اندر انبیاست ** خاص آن جان را بود کاو آشناست
- Bu söz noksan kaldı, bir karara bağlanmadı. Gönlüme malik değilim ki mazur gör.! 1705
- این سخن ناقص بماند و بیقرار ** دل ندارم بیدلم معذور دار
- Zerreleri kim sayabilir ki? Hele saymaya kalkışan, aklını aşka kaptırmış bir adam olursa!
- ذرهها را کی تواند کس شمرد ** خاصه آن کاو عشق عقل او ببرد
- Bağdaki yaprakları, keklik ve karganın ötüşlerini sayabilir miyim?
- میشمارم برگهای باغ را ** میشمارم بانگ کبک و زاغ را
- Bunlar sayıya gelmez ama ben, sınanmış adamı ir şad etmek için sayıyorum.
- در شمار اندر نیاید لیک من ** میشمارم بهر رشد ممتحن
- Zuhal yıldızının nuhusetiyle Müşterinin saadeti, saymaya kalkışan da sayıya sığmaz.
- نحس کیوان یا که سعد مشتری ** ناید اندر حصر گر چه بشمری
- Fakat böyle olduğu halde bu ikisinin bazı tesirini, yani zarar ve faydalarını anlatmak yine lâzımdır. 1710
- لیک هم بعضی از این هر دو اثر ** شرح باید کرد یعنی نفع و ضر
- Bu suretle kaza ve kaderin eserlerinden cüzi bir miktarı saadet ve nuhuset ehlince anlaşılmış olur.
- تا شود معلوم آثار قضا ** شمه ای مر اهل سعد و نحس را
- Talihi Müşteri olan kişi, neşesinden, ululuğundan sevinir;
- طالع آن کس که باشد مشتری ** شاد گردد از نشاط و سروری
- Talihi Zuhal olan da şer işlere düşmemek için yaptığı şeyler de ihtiyat etmek lüzumunu anlar.
- و انکه را طالع زحل از هر شرور ** احتیاطش لازم آید در امور
- Yıldızı Zuhal olan kişinin ahvalini tamamıyla söylesem zavallı o yıldızının ateşinden yanar.
- گر بگویم آن زحل استاره را ** ز آتشش سوزد مر آن بیچاره را
- Padişahımız, bize “Allah’ı anın” diye ruhsat ve müsaade verdi; bizi ateş içinde gördü de nur ihsan etti. 1715
- اذکروا الله شاه ما دستور داد ** اندر آتش دید ما را نور داد
- Dedi ki: “ Filvaki ben, sizin beni anmanızdan müstağniyim. Beni tasvir etmek, övmek, anmak lâyık değil.
- گفت اگر چه پاکم از ذکر شما ** نیست لایق مر مرا تصویرها
- Fakat tasvire, hayale kapılan, bizim zatımızı misalsiz, tasvirsiz anlayamaz”
- لیک هرگز مست تصویر و خیال ** در نیابد ذات ما را بیمثال
- Cisme mensup anış, nâkıs bir hayaldir. Padişahlara lâyık olan tavsif, cismani anışlardan arınmıştır.
- ذکر جسمانه خیال ناقص است ** وصف شاهانه از آنها خالص است
- Birisi padişaha, “ Çulha değildir” dese bu ne biçim metih? Yoksa padişahın çulha olmadığını bildirmiyor mu ki?
- شاه را گوید کسی جولاه نیست ** این چه مدح است این مگر آگاه نیست
- Musa Aleyhisselâm’ın çobanın münacatını hoş görmeyip reddetmesi
- انکار کردن موسی علیه السلام بر مناجات شبان
- Musa, yolda bir çoban gördü. Çoban, şöyle söylenip duruyordu: “Ey kerem sahibi Allah! 1720
- دید موسی یک شبانی را به راه ** کاو همیگفت ای خدا و ای اله
- Neredesin ki sana kul, kurban olayım. Çarığını dikeyim, saçını tarayayım.
- تو کجایی تا شوم من چاکرت ** چارقت دوزم کنم شانه سرت
- Elbiseni yıkayayım, bitlerini kırayım.. Ulu Allah, sana süt ikram edeyim.
- جامهات شویم شپشهایت کشم ** شیر پیشت آورم ای محتشم
- Elceğizini öpeyim ayacığını ovayım. Uyuma vaktin gelince yerceğizini silip süpüreyim.
- دستکت بوسم بمالم پایکت ** وقت خواب آید بروبم جایکت