- Bu söz noksan kaldı, bir karara bağlanmadı. Gönlüme malik değilim ki mazur gör.! 1705
- این سخن ناقص بماند و بیقرار ** دل ندارم بیدلم معذور دار
- Zerreleri kim sayabilir ki? Hele saymaya kalkışan, aklını aşka kaptırmış bir adam olursa!
- ذرهها را کی تواند کس شمرد ** خاصه آن کاو عشق عقل او ببرد
- Bağdaki yaprakları, keklik ve karganın ötüşlerini sayabilir miyim?
- میشمارم برگهای باغ را ** میشمارم بانگ کبک و زاغ را
- Bunlar sayıya gelmez ama ben, sınanmış adamı ir şad etmek için sayıyorum.
- در شمار اندر نیاید لیک من ** میشمارم بهر رشد ممتحن
- Zuhal yıldızının nuhusetiyle Müşterinin saadeti, saymaya kalkışan da sayıya sığmaz.
- نحس کیوان یا که سعد مشتری ** ناید اندر حصر گر چه بشمری
- Fakat böyle olduğu halde bu ikisinin bazı tesirini, yani zarar ve faydalarını anlatmak yine lâzımdır. 1710
- لیک هم بعضی از این هر دو اثر ** شرح باید کرد یعنی نفع و ضر
- Bu suretle kaza ve kaderin eserlerinden cüzi bir miktarı saadet ve nuhuset ehlince anlaşılmış olur.
- تا شود معلوم آثار قضا ** شمه ای مر اهل سعد و نحس را
- Talihi Müşteri olan kişi, neşesinden, ululuğundan sevinir;
- طالع آن کس که باشد مشتری ** شاد گردد از نشاط و سروری
- Talihi Zuhal olan da şer işlere düşmemek için yaptığı şeyler de ihtiyat etmek lüzumunu anlar.
- و انکه را طالع زحل از هر شرور ** احتیاطش لازم آید در امور
- Yıldızı Zuhal olan kişinin ahvalini tamamıyla söylesem zavallı o yıldızının ateşinden yanar.
- گر بگویم آن زحل استاره را ** ز آتشش سوزد مر آن بیچاره را
- Padişahımız, bize “Allah’ı anın” diye ruhsat ve müsaade verdi; bizi ateş içinde gördü de nur ihsan etti. 1715
- اذکروا الله شاه ما دستور داد ** اندر آتش دید ما را نور داد
- Dedi ki: “ Filvaki ben, sizin beni anmanızdan müstağniyim. Beni tasvir etmek, övmek, anmak lâyık değil.
- گفت اگر چه پاکم از ذکر شما ** نیست لایق مر مرا تصویرها
- Fakat tasvire, hayale kapılan, bizim zatımızı misalsiz, tasvirsiz anlayamaz”
- لیک هرگز مست تصویر و خیال ** در نیابد ذات ما را بیمثال
- Cisme mensup anış, nâkıs bir hayaldir. Padişahlara lâyık olan tavsif, cismani anışlardan arınmıştır.
- ذکر جسمانه خیال ناقص است ** وصف شاهانه از آنها خالص است
- Birisi padişaha, “ Çulha değildir” dese bu ne biçim metih? Yoksa padişahın çulha olmadığını bildirmiyor mu ki?
- شاه را گوید کسی جولاه نیست ** این چه مدح است این مگر آگاه نیست
- Musa Aleyhisselâm’ın çobanın münacatını hoş görmeyip reddetmesi
- انکار کردن موسی علیه السلام بر مناجات شبان
- Musa, yolda bir çoban gördü. Çoban, şöyle söylenip duruyordu: “Ey kerem sahibi Allah! 1720
- دید موسی یک شبانی را به راه ** کاو همیگفت ای خدا و ای اله
- Neredesin ki sana kul, kurban olayım. Çarığını dikeyim, saçını tarayayım.
- تو کجایی تا شوم من چاکرت ** چارقت دوزم کنم شانه سرت
- Elbiseni yıkayayım, bitlerini kırayım.. Ulu Allah, sana süt ikram edeyim.
- جامهات شویم شپشهایت کشم ** شیر پیشت آورم ای محتشم
- Elceğizini öpeyim ayacığını ovayım. Uyuma vaktin gelince yerceğizini silip süpüreyim.
- دستکت بوسم بمالم پایکت ** وقت خواب آید بروبم جایکت
- Bütün keçilerim sana kurban olsun. Bütün nağmelerim, heyheylerim senin yâdınladır Allah’ım!”
- ای فدای تو همه بزهای من ** ای به یادت هیهی و هیهای من
- O çoban, bu çeşit saçama sapan şeyler söyleyip duruyordu. Musa “Kiminle konuşuyorsun?” diye sordu. 1725
- این نمط بیهوده میگفت آن شبان ** گفت موسی با کی است این ای فلان
- Çoban, “ Bizi yaratanla, bu yeri göğü halk edenle” diye cevap verince,
- گفت با آن کس که ما را آفرید ** این زمین و چرخ از او آمد پدید
- Musa dedi ki: “ Vah, vah, sen sersemlemişsin. Daha Müslüman olmadan kâfir oldun,
- گفت موسی های خیرهسر شدی ** خود مسلمان ناشده کافر شدی
- Bu ne saçma söz, bu ne küfür, bu ne olmayacak şey? Ağzına pamuk tıka.
- این چه ژاژست و چه کفر است و فشار ** پنبهای اندر دهان خود فشار
- Küfrünün pis kokusu dünyayı tuttu. Küfrün, din kumaşını yıprattı.
- گند کفر تو جهان را گنده کرد ** کفر تو دیبای دین را ژنده کرد