English    Türkçe    فارسی   

2
1805-1829

  • Kâfir vergide, cömertlikte topraktan daha aşağı, daha verimsiz olduğunu görüp, 1805
  • پس چو کافر دید کاو در داد و جود ** کمتر و بی‏مایه تر از خاک بود
  • Varlığından çiçek ve meyve bitmediğini, hatta bütün temizlikleri bozup pislemekten başka bir şey yapmadığını anlar da
  • از وجود او گل و میوه نرست ** جز فساد جمله پاکیها نجست‏
  • “ Ben aykırı anlamış, yanılmışım, yazık, keşke toprak olsaydım;
  • گفت واپس رفته‏ام من در ذهاب ** حسرتا یا لیتنی کنت تراب‏
  • Keşke topraktan sefer etmeseydim, keşke bir avuç toprak gibi ben de bir tane düşürüp yetiştirseydim..
  • کاش از خاکی سفر نگزیدمی ** همچو خاکی دانه‏ای می‏چیدمی‏
  • Topraktan sefere düştüm ama beni yol imtihan etti, bu yolculuktan ne armağan getirdim ki?” der.
  • چون سفر کردم مرا راه آزمود ** زین سفر کردن ره آوردم چه بود
  • Kâfir yolculuğundan bir fayda görmez, ondan dolayı da bütün meyli toprağadır. 1810
  • ز آن همه میلش سوی خاک است کاو ** در سفر سودی نبیند پیش رو
  • Adamın yüzünü geriye çevirmesi, hırstan tamahtandır. Yüzünü yola çevirmesi; doğruluktan niyazdan.
  • روی واپس کردنش آن حرص و آز ** روی در ره کردنش صدق و نیاز
  • Büyümeye meyli olan her ot, büyüyüp durur, yaşar günden güne gelişir!
  • هر گیا را کش بود میل علا ** در مزید است و حیات و در نما
  • Fakat başını yere eğdi mi de günden güne küçülür, kurur, noksan bulur, mahvolur!
  • چون که گردانید سر سوی زمین ** در کمی و خشکی و نقص و غبین‏
  • Ruhunun meyli, yüceliklere ise yücelir durursun, varacağın yer de orasıdır.
  • میل روحت چون سوی بالا بود ** در تزاید مرجعت آن جا بود
  • Aksine olarak başını yere eğdin mi battın gitti, Hak “ Ben batanları sevmem” demiştir. 1815
  • ور نگون ساری سرت سوی زمین ** آفلی حق لا یحب الآفلین‏
  • Musa Aleyhisselâm’ın Ulu Allah’tan zalimlerin galip gelmelerindeki sırrı sorması
  • پرسیدن موسی علیه السلام از حق تعالی سر غلبه‏ی ظالمان‏
  • Musa, “Ey kerem sahibi, ey her işi yapan, ey bir an zikri, uzun bir ömre bedel olan Allah!
  • گفت موسی ای کریم کارساز ** ای که یک دم ذکر تو عمر دراز
  • Bu balçık âleminde eğri büğrü bir iz gördüm. Gönül melekler gibi itiraz etti.
  • نقش کژمژ دیدم اندر آب و گل ** چون ملایک اعتراضی کرد دل‏
  • “Bir nakış yapıp ona fesat tohumunu ekmekteki maksat nedir?
  • که چه مقصود است نقشی ساختن ** و اندر او تخم فساد انداختن‏
  • Zulüm ve fesat ateşini alevlendirip mescidi de, secde edenleri de yakmakta ne hikmet var?
  • آتش ظلم و فساد افروختن ** مسجد و سجده کنان را سوختن‏
  • Bir yalvarış için kan ve irin kaynağını coşturmak neden?” dedim. 1820
  • مایه‏ی خونابه و زردآبه را ** جوش دادن از برای لابه را
  • Ben bunların aynı hikmet olduğunu biliyorum. Fakat maksadım, bu hikmetin büsbütün açığa çıkması ve benim açıkça görmem.
  • من یقین دانم که عین حکمت است ** لیک مقصودم عیان و رویت است‏
  • O yakîn bana “Sus” dediği halde görme hırsı “ hayır, coş!” demekte.
  • آن یقین می‏گویدم خاموش کن ** حرص رویت گویدم نه جوش کن‏
  • Sen, Meleklere sırrını gösterdin. Böyle bir lezzet, kahır ve minhete değer!
  • مر ملایک را نمودی سر خویش ** کاین چنین نوشی همی‏ارزد به نیش‏
  • Âdemin nurunu Meleklere açıkça arz ettin, müşküllerini halleyledin.
  • عرضه کردی نور آدم را عیان ** بر ملایک گشت مشکلها بیان‏
  • Ölümün sırrını hasredilmen söyler, yaprağın hikmetini meyveler anlatır! 1825
  • حشر تو گوید که سر مرگ چیست ** میوه‏ها گویند سر برگ چیست‏
  • Kanın, meninin sırrı da insanın duygusudur; her artmanın sonu da nihayet eksilme!
  • سر خون و نطفه حسن آدمی است ** سابق هر بیشیی آخر کمی است‏
  • Yazan kişi önce yazı yazacağı tahtayı yıkar, temizler; sonra ona harfleri yazar.
  • لوح را اول بشوید بی‏وقوف ** آن گهی بروی نویسد او حروف‏
  • Allah da önce gönlü kan eder, hor hakir gözyaşıyla yıkar, sonra o gönle sırları kaydeder.
  • خون کند دل را و اشک مستهان ** بر نویسد بر وی اسرار آن گهان‏
  • Yıkamakla, o levhi bir defter yapmak istediklerini bilmek, anlamak gerek.
  • وقت شستن لوح را باید شناخت ** که مر آن را دفتری خواهند ساخت‏