- Ey nefesi hoş Mesih, cihanda yılansız hazine olmaz, eziyetlerle nasılsın?
- چونی ای عیسای عیسی دم ز رنج ** که نبود اندر جهان بیمار گنج
- İsa, Yahudileri görünce ne hale gelir; Yusuf, hasetçi kardeşler elinde ne olur?
- چونی ای عیسی ز دیدار جهود ** چونی ای یوسف ز مکار حسود
- Sen, gece gündüz bu azgın kavmin ardından koştukça, nasıl olur da gece gibi, gündüz gibi ömre medet bağışlar, yardım edersin?
- تو شب و روز از پی این قوم غمر ** چون شب و روزی مدد بخشای عمر
- Ah safra illetine tutulmuş o hünersiz kişilerden! Safradan ne hüner meydana gelir? Ancak baş ağrısı. 1865
- چونی از صفراییان بیهنر ** چه هنر زاید ز صفرا درد سر
- Sen, hemen doğu güneşinin yaptığını yap. Bizse nifak hile, hırsızlık ve riya içinde yüzelim!
- تو همان کن که کند خورشید شرق ** ما نفاق و حیله و دزدی و زرق
- Sen dünyada da balsın, dinde de.. Bizse sirke. Safraya ancak sirkengübin iyi eder, giderir.
- تو عسل ما سرکه در دنیا و دین ** دفع این صفرا بود سرکنگبین
- Hâlbuki biz karın ağrısına tutulmuş olduğumuz halde boyuna sirkeyi artırıp duruyoruz. Sen keremi terk etme de balı artır!
- سرکه افزودیم ما قوم زحیر ** تو عسل بفزا کرم را وامگیر
- Bizden bu lâyıktı, bunu yaptık. Kum, gözde ancak körlüğü fazlalaştırır.
- این سزید از ما چنان آمد ز ما ** ریگ اندر چشم چه فزاید عما
- Fakat ey aziz sürme, senden her değersiz şey, değer bulur, bir şey olur; sana bu lâyıktır. 1870
- آن سزد از تو أیا کحل عزیز ** که بیابد از تو هر ناچیز چیز
- Bu zalimlerin ateşinden gönlün kebap olduğu halde daima “Yarabbi, kavmime hidayet et” diye hitap ediyordun.
- ز آتش این ظالمانت دل کباب ** از تو جمله اهد قومی بد خطاب
- Sen, öd ağacı madensin. Seni ateşe atsalar, bu âlem, ıtırla, fesleğen kokusuyla dolar.
- کان عودی در تو گر آتش زنند ** این جهان از عطر و ریحان آگنند
- Sen o öd ağacı değilsin ki ateşte yansın, eksilip bitsin. Sen o ruh değilsin ki gama esir olsun.
- تو نه آن عودی کز آتش کم شود ** تو نه آن روحی که اسیر غم شود
- Öd ağacı yanar ama madeni yanmadan uzaktır. Rüzgâr, nurun aslına nasıl hamle edebilir.
- عود سوزد کان عود از سوز دور ** باد کی حمله برد بر اصل نور
- Ey göklere saflık veren, ey cefası vefadan daha iyi olan! 1875
- ای ز تو مر آسمانها را صفا ** ای جفای تو نکوتر از وفا
- Çünkü akıllıdan bir cefa gelse o cefa, cahillerin vefasından daha iyidir.
- ز انکه از عاقل جفایی گر رود ** از وفای جاهلان آن به بود
- Peygamber, “ Akıllının düşmanlığı, cahilin sevgisinden yeğdir” dedi.
- گفت پیغمبر عداوت از خرد ** بهتر از مهری که از جاهل رسد
- Bir emîrin, ağzına yılan kaçan birisini incitmesi
- رنجانیدن امیری خفتهای را که مار در دهانش رفته بود
- Akılı birisi, atına binmiş geliyordu. Uyumakta olan birisinin ağzına da bir yılan kaçmak üzereydi.
- عاقلی بر اسب میآمد سوار ** در دهان خفتهای میرفت مار
- Atlı onu görüp adamcağızı kurtarmak, yılanı ürkütüp kaçırmak için koşmaya başladı. fakat fırsat bulamadı.
- آن سوار آن را بدید و میشتافت ** تا رماند مار را فرصت نیافت
- Aklı, kendisine yardım ettiğinden, pek akılı kişi olduğundan o uyumakta olan adama şiddetlice birkaç topuz vurdu. 1880
- چون که از عقلش فراوان بد مدد ** چند دبوسی قوی بر خفته زد
- O şiddetlice vurulan topuzun acısı, adamı bir ağaç altına kadar kaçırdı.
- برد او را زخم آن دبوس سخت ** زو گریزان تا به زیر یک درخت
- Oraya bir hayli çürük elma dökülmüştü. Adama “ Ey dertli kişi, bunları ye” dedi.
- سیب پوسیده بسی بد ریخته ** گفت از این خور ای به درد آویخته
- EKSIK
- سیب چندان مر و را در خورد داد ** کز دهانش باز بیرون میفتاد
- “Beyim, ben sana ne yaptım, bana ne kastın var?
- بانگ میزد کای امیر آخر چرا ** قصد من کردی تو نادیده جفا
- Eğer bana hakikaten bir kastın varsa vur kılıcı, birden kanını dök! 1885
- گر ترا ز اصل است با جانم ستیز ** تیغ زن یک بارگی خونم بریز
- Sana çattığım saat ne menhus saatmiş. Ne mutlu senin yüzünü görmeyene!
- شوم ساعت که شدم بر تو پدید ** ای خنک آن را که روی تو ندید