- Hak, onlara mademki nurundan saçtı, Hakk’ın nuru, artık ayrılmaz.
- چون که حق رش علیهم نوره ** مفترق هرگز نگردد نور او
- Yoldaş, bir müddet usanmayı bırak da o güzelin tek benini sana anlatayım. 190
- یک زمان بگذار ای همره ملال ** تا بگویم وصف خالی ز آن جمال
- Onun güzelliği anlatılmaz, iki âlem de nedir? Onun yüzündeki benim aksi!
- در بیان ناید جمال حال او ** هر دو عالم چیست عکس خال او
- Onun güzel benini anlatmaya başladım mı söz, tenimi yarmak, parçalamak istiyor.
- چون که من از خال خوبش دم زنم ** نطق میخواهد که بشکافد تنم
- Ben bu harmanda bir karınca gibi memnun geçinip gidiyorum, hatta kendi cirmimden, kendi haddimden fazla yük çekmekteyim.
- همچو موری اندر این خرمن خوشم ** تا فزون از خویش باری میکشم
- Dinleyen, hikâyenin zahirini istediğinden içyüzünün söylenmemesi, kapalı kalması
- بسته شدن تقریر معنی حکایت به سبب میل مستمع به استماع ظاهر صورت حکایت
- O aydınlığın bile haset ettiği güzel, beni bırakır mı ki söylenmesi lâzım ve farz olan sırları söyleyeyim.
- کی گذارد آن که رشک روشنی است ** تا بگویم آن چه فرض و گفتنی است
- Deniz köpüklenir, köpükle örtülür, köpüğü ileri sürer. Sonra da köpüğünü çeker, açılır, kendisini gösterir. 195
- بحر کف پیش آرد و سدی کند ** جر کند و ز بعد جر مدی کند
- Şimdi dinle, hikâyenin içyüzünü anlatmama ne mani oldu? Dinleyenin gönlü başka bir yere gitti.
- این زمان بشنو چه مانع شد مگر ** مستمع را رفت دل جای دگر
- Hatırına o konuk olan sofinin hali geldi. Boğazına kadar o sevdaya daldı.
- خاطرش شد سوی صوفی قنق ** اندر آن سودا فرو شد تا عنق
- Onun için bu sözü bırakıp ona başlamak hali anlatmak için o hikâyeyi söylemek icap ediyor.
- لازم آمد باز رفتن زین مقال ** سوی آن افسانه بهر وصف حال
- Fakat ey aziz, sofiyi, suret sofisi sanma! Ne vakte kadar çocuklar gibi cevize, üzüme düşüp kalacaksın?
- صوفی آن صورت مپندار ای عزیز ** همچو طفلان تا کی از جوز و مویز
- Oğul, bizim cismimiz cevizle üzümdür. Ersen bu ikisinden de geç! 200
- جسم ما جوز و مویز است ای پسر ** گر تو مردی زین دو چیز اندر گذر
- Eğer sen geçmezsen Allah’ın lütfu, Allah’ın keremi seni dokuz kat gökten geçirir.
- ور تو اندر نگذری اکرام حق ** بگذراند مر ترا از نه طبق
- Şimdi hikâyenin zahirini dinle, fakat taneyi samandan ayır ha!
- بشنو اکنون صورت افسانه را ** لیک هین از که جدا کن دانه را
- O zevk ve huzur dileyen sofilerin zikir ve murakabeleri, vecit ve şevkle sona erince.
- حلقهای آن صوفیان مستفید ** چون که در وجد و طرب آخر رسید
- Konuğa yemek getirdiler. Konuk, o zaman hayvanı hatırladı,
- خوان بیاوردند بهر میهمان ** از بهیمه یاد آورد آن زمان
- Hizmetçiye ”Ahıra git, hayvana saman ve arpa ver ”dedi. 205
- گفت خادم را که در آخر برو ** راست کن بهر بهیمه کاه و جو
- Hizmetçi dedi ki :“ Lâhavle... Bu ne fazla söz! Eskiden beri bu işler benim işim.”
- گفت لا حول این چه افزون گفتن است ** از قدیم این کارها کار من است
- Sofi “Önce arpayı ısla. Çünkü eşek karttır, dişleri sağlam değil” dedi.
- گفت تر کن آن جوش را از نخست ** کان خر پیر است و دندانهاش سست
- Hizmetçi “ Lâhavle. Ey ulu, bunu niye söylüyorsun? Bu hizmet usulünü, hep benden öğrenirler” dedi.
- گفت لاحول این چه میگویی مها ** از من آموزند این ترتیبها
- Sofi “Önce semerini indir, sırtına da ilâç koy” dedi.
- گفت پالانش فرو نه پیش پیش ** داروی منبل بنه بر پشت ریش
- Hizmetçi “Lâhavle ey hakîm, benim senin gibi yüz binlerce konuğum geldi; 210
- گفت لاحول آخر ای حکمت گزار ** جنس تو مهمانم آمد صد هزار
- Hepsi de yanımızdan razı olup gittiler. ”Konuk bizim canımızdır, bizdendir” dedi.
- جمله راضی رفتهاند از پیش ما ** هست مهمان جان ما و خویش ما
- Sofi “Suyunu ver ama ılık olsun” deyince hizmetçi “ Lâhavle. Artık beni utandırıyorsun” dedi.
- گفت آبش ده و لیکن شیر گرم ** گفت لاحول از توام بگرفت شرم
- Sofi “Arpaya az saman karıştır” dedi. Hizmetçi “ Lâhavle. Bu sözü kısa kes artık” dedi.
- گفت اندر جو تو کمتر کاه کن ** گفت لاحول این سخن کوتاه کن