English    Türkçe    فارسی   

2
191-215

  • Onun güzelliği anlatılmaz, iki âlem de nedir? Onun yüzündeki benim aksi!
  • در بیان ناید جمال حال او ** هر دو عالم چیست عکس خال او
  • Onun güzel benini anlatmaya başladım mı söz, tenimi yarmak, parçalamak istiyor.
  • چون که من از خال خوبش دم زنم ** نطق می‏خواهد که بشکافد تنم‏
  • Ben bu harmanda bir karınca gibi memnun geçinip gidiyorum, hatta kendi cirmimden, kendi haddimden fazla yük çekmekteyim.
  • همچو موری اندر این خرمن خوشم ** تا فزون از خویش باری می‏کشم‏
  • Dinleyen, hikâyenin zahirini istediğinden içyüzünün söylenmemesi, kapalı kalması
  • بسته شدن تقریر معنی حکایت به سبب میل مستمع به استماع ظاهر صورت حکایت‏
  • O aydınlığın bile haset ettiği güzel, beni bırakır mı ki söylenmesi lâzım ve farz olan sırları söyleyeyim.
  • کی گذارد آن که رشک روشنی است ** تا بگویم آن چه فرض و گفتنی است‏
  • Deniz köpüklenir, köpükle örtülür, köpüğü ileri sürer. Sonra da köpüğünü çeker, açılır, kendisini gösterir. 195
  • بحر کف پیش آرد و سدی کند ** جر کند و ز بعد جر مدی کند
  • Şimdi dinle, hikâyenin içyüzünü anlatmama ne mani oldu? Dinleyenin gönlü başka bir yere gitti.
  • این زمان بشنو چه مانع شد مگر ** مستمع را رفت دل جای دگر
  • Hatırına o konuk olan sofinin hali geldi. Boğazına kadar o sevdaya daldı.
  • خاطرش شد سوی صوفی قنق ** اندر آن سودا فرو شد تا عنق‏
  • Onun için bu sözü bırakıp ona başlamak hali anlatmak için o hikâyeyi söylemek icap ediyor.
  • لازم آمد باز رفتن زین مقال ** سوی آن افسانه بهر وصف حال‏
  • Fakat ey aziz, sofiyi, suret sofisi sanma! Ne vakte kadar çocuklar gibi cevize, üzüme düşüp kalacaksın?
  • صوفی آن صورت مپندار ای عزیز ** همچو طفلان تا کی از جوز و مویز
  • Oğul, bizim cismimiz cevizle üzümdür. Ersen bu ikisinden de geç! 200
  • جسم ما جوز و مویز است ای پسر ** گر تو مردی زین دو چیز اندر گذر
  • Eğer sen geçmezsen Allah’ın lütfu, Allah’ın keremi seni dokuz kat gökten geçirir.
  • ور تو اندر نگذری اکرام حق ** بگذراند مر ترا از نه طبق‏
  • Şimdi hikâyenin zahirini dinle, fakat taneyi samandan ayır ha!
  • بشنو اکنون صورت افسانه را ** لیک هین از که جدا کن دانه را
  • .
  • .
  • O zevk ve huzur dileyen sofilerin zikir ve murakabeleri, vecit ve şevkle sona erince.
  • حلقه‌ای آن صوفیان مستفید ** چون که در وجد و طرب آخر رسید
  • Konuğa yemek getirdiler. Konuk, o zaman hayvanı hatırladı,
  • خوان بیاوردند بهر میهمان ** از بهیمه یاد آورد آن زمان‏
  • Hizmetçiye ”Ahıra git, hayvana saman ve arpa ver ”dedi. 205
  • گفت خادم را که در آخر برو ** راست کن بهر بهیمه کاه و جو
  • Hizmetçi dedi ki :“ Lâhavle... Bu ne fazla söz! Eskiden beri bu işler benim işim.”
  • گفت لا حول این چه افزون گفتن است ** از قدیم این کارها کار من است‏
  • Sofi “Önce arpayı ısla. Çünkü eşek karttır, dişleri sağlam değil” dedi.
  • گفت تر کن آن جوش را از نخست ** کان خر پیر است و دندانهاش سست‏
  • Hizmetçi “ Lâhavle. Ey ulu, bunu niye söylüyorsun? Bu hizmet usulünü, hep benden öğrenirler” dedi.
  • گفت لاحول این چه می‏گویی مها ** از من آموزند این ترتیبها
  • Sofi “Önce semerini indir, sırtına da ilâç koy” dedi.
  • گفت پالانش فرو نه پیش پیش ** داروی منبل بنه بر پشت ریش‏
  • Hizmetçi “Lâhavle ey hakîm, benim senin gibi yüz binlerce konuğum geldi; 210
  • گفت لاحول آخر ای حکمت گزار ** جنس تو مهمانم آمد صد هزار
  • Hepsi de yanımızdan razı olup gittiler. ”Konuk bizim canımızdır, bizdendir” dedi.
  • جمله راضی رفته‏اند از پیش ما ** هست مهمان جان ما و خویش ما
  • Sofi “Suyunu ver ama ılık olsun” deyince hizmetçi “ Lâhavle. Artık beni utandırıyorsun” dedi.
  • گفت آبش ده و لیکن شیر گرم ** گفت لاحول از توام بگرفت شرم‏
  • Sofi “Arpaya az saman karıştır” dedi. Hizmetçi “ Lâhavle. Bu sözü kısa kes artık” dedi.
  • گفت اندر جو تو کمتر کاه کن ** گفت لاحول این سخن کوتاه کن‏
  • Sofi “Yerini süpür, taş toprak kalmasın. Islaksa biraz kuru toprak serp” dedi.
  • گفت جایش را بروب از سنگ و پشک ** ور بود تر ریز بر وی خاک خشک‏
  • Hizmetçi “Lâhavle, a babam, lâhavle de! Bir işe yolladığın ehil kişiye az söyle!” dedi. 215
  • گفت لاحول ای پدر لاحول کن ** با رسول اهل کمتر گو سخن‏