English    Türkçe    فارسی   

2
2164-2188

  • Velilerin huzurundan kesilirsen helâk oldun gitti. Çünkü sen küllü olmayan bir cüzüsün.
  • از حضور اولیا گر بسکلی ** تو هلاکی ز آن که جزوی بی‏کلی‏
  • Şeytan, birisini kerem sahiplerinden ayırırsa onu kimsiz, kimsesiz bir hale kor, o halde de bulunca başını yer, mahvedip gider. 2165
  • هر که را دیو از کریمان وابرد ** بی‏کسش یابد سرش را او خورد
  • Topluluktan bir an bile ayrılmak bil ki Şeytan’ın hilesinden ibarettir.
  • یک بدست از جمع رفتن یک زمان ** مکر دیو است بشنو و نیکو بدان‏
  • Bağcının, sofi, fakîh ve alevîyi birbirinden ayırıp yalnız bırakması
  • تنها کردن باغبان صوفی و فقیه و علوی را از همدیگر
  • Bir bahçıvan, bahçesine üç tane hırsızın girdiğini gördü.
  • باغبانی چون نظر در باغ کرد ** دید چون دزدان به باغ خود سه مرد
  • Bu üç kişinin birisi bir fakîh, birisi bir şerif, bir tanesi de bir sofi idi. Üçü de hafif meşrep ve vefasız kimselerdi.
  • یک فقیه و یک شریف و صوفیی ** هر یکی شوخی بدی لایوفیی‏
  • Bahçıvan, kendi kendine “Bunlara karşı söyleyeceğim nice sözler, bunları ilzam için getireceğim yüzlerce deliller var. Fakat bunlar, bir topluluk. Topluluksa kuvvettir,
  • گفت با اینها مرا صد حجت است ** لیک جمع‏اند و جماعت قوت است‏
  • Tek başıma bu üç kişinin hakkından gelemem, Önce onları birbirinden ayırmak lâzım. 2170
  • بر نیایم یک تنه با سه نفر ** پس ببرمشان نخست از همدگر
  • Her birisini, öbüründen ayırayım. Ondan sonra birer, birer saçlarını, sakallarını yolarım” dedi.
  • هر یکی را من به سویی افکنم ** چون که تنها شد سبیلش بر کنم‏
  • Hile edip arkadaşlarıyla arasını açmak üzere önce sofiyi yola vurdu.
  • حیله کرد و کرد صوفی را به راه ** تا کند یارانش را با او تباه‏
  • Sofi gidince öbür iki arkadaşıyla yalnız kaldı.
  • گفت صوفی را برو سوی وثاق ** یک گلیم آور برای این رفاق‏
  • Sofiye “Eve git, bu arkadaşlar için bir kilim getir” dedi. Fakîhe “Sen fakîhsin, bu da ünlü bir şerif.
  • رفت صوفی گفت خلوت با دو یار ** تو فقیهی وین شریف نامدار
  • Biz, senin fetvanla ekmek yemekte, senin bilgi kanadında uçmaktayız. 2175
  • ما به فتوی تو نانی می‏خوریم ** ما به پر دانش تو می‏پریم‏
  • Bu da bizim şehzademiz, sultanımız. Seyit ve Mustafa’nın soyundan, sopundan.
  • وین دگر شه زاده و سلطان ماست ** سید است از خاندان مصطفاست‏
  • Bu pisboğaz, bu hasis sofi kim oluyor ki sizin gibi padişahlarla düşüp kalkıyor.
  • کیست آن صوفی شکم خوار خسیس ** تا بود با چون شما شاهان جلیس‏
  • Gelince onu savın gitsin. Siz de tam bir hafta benim bahçemde, çayır çimenliğimde kalın.
  • چون بیاید مر و را پنبه کنید ** هفته‏ای بر باغ و راغ من زنید
  • Hatta bağ da nedir ki? Canim bile sizin. Siz benim sağ gözüm mesabesindesiniz” dedi.
  • باغ چه بود جان من آن شماست ** ای شما بوده مرا چون چشم راست‏
  • Onları vesveselendirip kandırdı. Ah, arkadaştan ayrılmamak gerek. 2180
  • وسوسه کرد و مر ایشان را فریفت ** آه کز یاران نمی‏باید شکیفت‏
  • Sofi gelince onu savdılar. Bu sefer bahçıvan, koca bir sopayla ardından seğirtti.
  • چون به ره کردند صوفی را و رفت ** خصم شد اندر پیش با چوب زفت‏
  • Dedi ki: “Ey köpek sofi, demek sen cüret edip benim bağıma giriyorsun ha!
  • گفت ای سگ صوفیی باشد که تیز ** اندر آیی باغ ما تو از ستیز
  • Sana bu hususta Cüneyt mi yol gösterdi, Bayezid mi? Bu sana hangi şeyhin, hangi pirinden kaldı?
  • این جنیدت ره نمود و بایزید ** از کدامین شیخ و پیرت این رسید
  • Sofiyi yalnız bulunca bir iyice dövdü, âdeta yarı canlı bir hale koydu, başını yardı.
  • کوفت صوفی را چو تنها یافتش ** نیم کشتش کرد و سر بشکافتش‏
  • Sofi “benim nöbetim geçti. Fakat arkadaşlar, bir iyice sıranızı gözetin. 2185
  • گفت صوفی آن من بگذشت لیک ** ای رفیقان پاس خود دارید نیک‏
  • Beni ağyar bildiniz. Fakat bilin ki bu kaltabandan daha ağyar değilim.
  • مر مرا اغیار دانستید هان ** نیستم اغیارتر زین قلتبان‏
  • Benim yediğimi siz de yiyeceksiniz. Bu çeşit şerbet, her aşağılık kişiye lâyıktır.
  • این چه من خوردم شما را خوردنی است ** وین چنین شربت جزای هر دنی است‏
  • Bu âlem dağdır, senin sözlerin, yine ses vererek sana gelir” dedi.
  • این جهان کوه است و گفت‏وگوی تو ** از صدا هم باز آید سوی تو