- Şerif, o zâlimin zulmünden harap oldu, fakîhe “Ben sudan çıktım. 2205
- شد شریف از زخم آن ظالم خراب ** با فقیه او گفت ما جستیم از آب
- Ayağını tetik bas, şimdi yapayalnız kaldın. Davula benze, boyuna karnına tokmak ye!
- پای دار اکنون که ماندی فرد و کم ** چون دهل شو زخم میخور بر شکم
- Şerifliğimi bir tarafa bırak. Hatta tut ki arkadaşlığa da lâyık değilim, fakat sana karşı bu çeşit bir zalimden de aşağı değilim ya” dedi.
- گر شریف و لایق و هم دم نیام ** از چنین ظالم تو را من کم نیام
- Bahçıvan ondan da kurtulup fakîhe geldi ve dedi ki: “Ey fakîh! Ne fakîhi, ey her sefih kişinin bile arlandığı herif!
- شد از او فارغ بیامد کای فقیه ** چه فقیهی ای تو ننگ هر سفیه
- Ey eli kesilecise, bağlara gir de, caiz midir? Emir var mı bile deme. Fetvan bu mu senin?
- فتویات این است ای ببریده دست ** کاندر آیی و نگویی امر هست
- Böyle bir ruhsatı Vasît’temi okudun? Yoksa bu mesele Muhit’te mi var?” 2210
- این چنین رخصت بخواندی در وسیط ** یا بدست این مسئله اندر محیط
- Fakîh “Vur, vur, hakkın var. Fırsat ele geçti. Dostlardan ayrılanın lâyığı budur” dedi.
- گفت حق استت بزن دستت رسید ** این سزای آن که از یاران برید
- Hastanın ve Peygamber Sallâllahü Aleyhi Ve Sellem’in hasta sahabeyi dolaşıp hatırını sorması hikâyesine dönüş
- رجعت به قصه مریض و عیادت پیغامبر علیه السلام
- Hastanın hatırını soruş, dostluğu, birliği temin etmek içindir. Bu birlik, bu dostluk da yüz türlü sevgi doğurur.
- این عیادت از برای این صله است ** وین صله از صد محبت حامله است
- Naziri olmayan Peygamber, hastayı dolaşmaya, hatırını sormaya gidince o sahabeyi ölüm halinde gördü.
- در عیادت شد رسول بیندید ** آن صحابی را به حال نزع دید
- Velilerin huzurundan uzaklaşırsan hakikatte Tanrı’dan uzaklaşırsın.
- چون شوی دور از حضور اولیا ** در حقیقت گشتهای دور از خدا
- Yoldaşlardan ayrılmanın sonu bile gam olursa padişahlardan ayrılık nasıl olur da ondan daha aşağı olur. 2215
- چون نتیجه هجر همراهان غم است ** کی فراق روی شاهان ز آن کم است
- Her an durma, padişahların gölgesini ara bul ki o gölgede güneşten de iyi bir hale gelesin.
- سایه شاهان طلب هر دم شتاب ** تا شوی ز آن سایه بهتر ز آفتاب
- Sefere çıkarsan bu niyetle çık, oturuyorsan yine bundan gafil olma!
- گر سفر داری بدین نیت برو ** ور حضر باشد از این غافل مشو
- Bir şeyhin Ebu Yezid’e “Kâbe benim, benim etrafımda tavaf et” demesi
- گفتن شیخی بایزید را که کعبه منم گرد من طوافی میکن
- Ümmet Şeyhi Bayezid, hac ve umre için yola düşmüş, Mekke’ye doğru koşa, koşa gidiyordu.
- سوی مکه شیخ امت بایزید ** از برای حج و عمره میدوید
- Hangi şehre varıyorsa önce o şehirdeki azizleri arıyor,
- او به هر شهری که رفتی از نخست ** مر عزیزان را بکردی باز جست
- Bu şehirde basiret sahibi, gönül gözü açık kim var diye dolaşıp araştırıyordu. 2220
- گرد میگشتی که اندر شهر کیست ** کاو بر ارکان بصیرت متکیاست
- Tanrı, “Sefer esnasında nereye varırsan önce bir er araman gerek” dedi.
- گفت حق اندر سفر هر جا روی ** باید اول طالب مردی شوی
- Hazine elde etmeye çalış, çünkü kâr, zarar, işin ardından gelir, sen bunları feri bil.
- قصد گنجی کن که این سود و زیان ** در تبع آید تو آن را فرع دان
- Biri buğday elde etmek için ekin ekerse sonunda saman da elde eder.
- هر که کارد قصد گندم باشدش ** کاه خود اندر تبع میآیدش
- Fakat saman ekersen buğday elde edemezsin ki. İnsanların gözbebeği olan insanı ara, insanların gözbebeği olan insanı, insanların gözbebeğini!
- که بکاری بر نیاید گندمی ** مردمی جو مردمی جو مردمی
- Hac zamanı gelince Kâbe’yi ziyaret etmeye niyetlen. Oraya vardın mı Mekke’yi de görürsün. 2225
- قصد کعبه کن چو وقت حج بود ** چون که رفتی مکه هم دیده شود
- Miraçtan maksat dostu görmekti. Bu arada Arş da görüldü, melekler de.
- قصد در معراج دید دوست بود ** در تبع عرش و ملایک هم نمود
- Yeni bir mürit günün birinde bir ev yaptırdı. Pir gelip evini gördü.
- خانهی نو ساخت روزی نو مرید ** پیر آمد خانهی او را بدید
- Şeyh, o yeni müridini, o iyi düşünceli kişiyi imtihan etmek maksadıyla dedi ki:
- گفت شیخ آن نو مرید خویش را ** امتحان کرد آن نکو اندیش را
- “Yoldaş, eve niçin pencere açtın?” O da şöyle cevap verdi: “Işık gelsin diye”
- روزن از بهر چه کردی ای رفیق ** گفت تا نور اندر آید زین طریق