- Yine dönüp diyordu ki: “ Bu kötü zanna düşmek de bir tedbire sarılmaktır. Şüpheye düşmeyen muvaffak olur mu?”
- باز گفتی حزم سوء الظن تست ** هر که بد ظن نیست کی ماند درست
- Sofi vesvese içindeydi. Eşeğe gelince öyle bir haldeydi ki düşmanların cezası da, dilerim böyle olsun!
- صوفی اندر وسوسه و آن خر چنان ** که چنین بادا جز ای دشمنان
- Zavallı eşek; taş toprak içinde, semeri tersine dönmüş, kuskunu kopmuştur. 235
- آن خر مسکین میان خاک و سنگ ** کژ شده پالان دریده پالهنگ
- Yol yürümekten ölmüş, bütün gece yemsiz, gâh can çekişmekte, gâh ölüm haline gelmekteydi.
- خسته از ره جملهی شب بیعلف ** گاه در جان کندن و گه در تلف
- Bütün gece “Yarabbi, arpadan vazgeçtim, bir avuçcağızdan da az saman olsa” diye sayıklıyordu.
- خر همه شب ذکر میکرد ای اله ** جو رها کردم کم از یک مشت کاه
- Hâl diliyle “Ey şeyhler, bir merhamet edin, bu ham ve edepsiz hizmetçinin elinden yandım” diyordu.
- با زبان حال میگفت ای شیوخ ** رحمتی که سوختم زین خام شوخ
- O eşeğin çektiği eziyeti duyduğu azabı ancak karada uçan kuş, sele kapılırsa çeker duyar!
- آن چه آن خر دید از رنج و عذاب ** مرغ خاکی بیند اندر سیل آب
- Nihayet biçare eşek, açlık illetinden o gece seher çağına kadar yan üstü yattı. 240
- بس به پهلو گشت آن شب تا سحر ** آن خر بیچاره از جوع البقر
- Gündüz olunca, hizmetçi gelip hemen semerini düzeltti, sırtına vurdu.
- روز شد خادم بیامد بامداد ** زود پالان جست بر پشتش نهاد
- Eşekçiler gibi birkaç sopa indirdi. O köpek hizmetçiden ne umulursa eşeğe onu yaptı.
- خر فروشانه دو سه زخمش بزد ** کرد با خر آن چه ز آن سگ میسزد
- Eşek dayağın, şiddetinden sıçradı, kalktı. Dili yok ki halini söylesin!
- خر جهنده گشت از تیزی نیش ** کو زبان تا خر بگوید حال خویش
- Kervan halkının Sofinin eşeğini hasta sanmaları
- گمان بردن کاروانیان که بهمیهای صوفی رنجور است
- Sofi, merkebe binip yola düzülünce merkep, her an yüzüstü düşmeye başladı.
- چون که صوفی بر نشست و شد روان ** رو در افتادن گرفت او هر زمان
- Halk, merkep düştükçe onu kaldırmaya koyuldu. Herkes onu hasta sanıyordu. 245
- هر زمانش خلق بر میداشتند ** جمله رنجورش همیپنداشتند
- Birisi kulağını burmakta, öbürü yara var mı diye damağını yoklamakta,
- آن یکی گوشش همیپیچید سخت ** و آن دگر در زیر گامش جست لخت
- Diğeri nalında taş aramakta, bir diğeri de gözünü puslu görmekteydi.
- و آن دگر در نعل او میجست سنگ ** و آن دگر در چشم او میدید زنگ
- Sofiye “ Ey Şeyh, bu ne hal? Dün, şükür olsun, bu eşek kuvvetlidir demiyor muydun?” dediler.
- باز میگفتند ای شیخ این ز چیست ** دی نمیگفتی که شکر این خر قوی است
- Sofi, geceleyin “Lâhavle” yiyen eşek, ancak böyle gider.
- گفت آن خر کاو به شب لاحول خورد ** جز بدین شیوه نداند راه کرد
- Merkebin azığı geceleyin “Lâhavle” olur, Geceleyin tespih çeker durursa gündüzün de secde eder, dedi. 250
- چون که قوت خر به شب لاحول بود ** شب مسبح بود و روز اندر سجود
- İnsanların çoğu insan yiyicidir. Onların selam vermelerine pek emin olma!
- آدمی خوارند اغلب مردمان ** از سلام علیکشان کم جو امان
- Hepsinin de gönlü Şeytan evidir. İnsan şeytanının lâfına pek kulak asma!
- خانهی دیو است دلهای همه ** کم پذیر از دیو مردم دمدمه
- Şeytan’ın ağzından çıkan “Lâhavle”ye kanan kişi, savaşta o eşek gibi tepesi üstüne düşer.
- از دم دیو آن که او لاحول خورد ** هم چو آن خر در سر آید در نبرد
- Dünyada Şeytan’ın şeytanlığına uyan; dost yüzlü düşmanın hürmetine, hilesine kanarsa,
- هر که در دنیا خورد تلبیس دیو ** و ز عدوی دوست رو تعظیم و ریو
- O eşek gibi arıklıktan ve sersemlikten İslâm yolunda, Sırat köprüsünün üstünde tepe taklak gelir. 255
- در ره اسلام و بر پول صراط ** در سر آید همچو آن خر از خباط
- Kötü dostun işvelerine kulak verme; yeryüzünde tuzak gör, emniyetle yürüme.
- عشوههای یار بد منیوش هین ** دام بین ایمن مرو تو بر زمین
- Yüz binlerce “ Lâhavle” okuyan Şeytan’a bak; ey Âdem, iblisi gör, bak nasıl yılanda gizlenmiş!
- صد هزار ابلیس لاحول آر بین ** آدما ابلیس را در مار بین