- Ey tacı, tahtı olmayan padişah, bizim gibi biçarelerden bu kuvvetli bağı kim çözebilir?
- از چو ما بیچارگان این بند سخت ** کی گشاید ای شه بیتاج و تخت
- Ey muhabbet ihsan eden muhabbetli Tanrı, böyle sağlam bir kilidi, senin fazlından başka kim açabilir?
- این چنین قفل گران را ای ودود ** کی تواند جز که فضل تو گشود
- Biz kendimizden vazgeçer, yüzümüzü sana tutarız. Çünkü sen, bize bizden yakınsın.
- ما ز خود سوی که گردانیم سر ** چون تویی از ما به ما نزدیکتر
- Bu dua da senin öğretmenledir, senin ihsanındandır. Yoksa külhanda nasıl olur da gül bahçesi yetişir?
- این دعا هم بخشش و تعلیم تست ** گر نه در گلخن گلستان از چه رست
- Kan ve bağırsak arasında kalmış olan anlayış ve akıl senin ikramından başka bir şey nakletmez ki, 2450
- در میان خون و روده فهم و عقل ** جز ز اکرام تو نتوان کرد نقل
- İki parça yağdan çıkan bu ruhani nurun nurani dalgası göklere vurmakta.
- از دو پارهی پیه این نور روان ** موج نورش میزند بر آسمان
- Bu dil denen et parçasından hikmet nehri ırmak gibi akmakta.
- گوشت پاره که زبان آمد از او ** میرود سیلاب حکمت همچو جو
- Kulak denen deliklerden akıp, meyvesi akıl ve anlayış olan can bağına kadar gitmekte.
- سوی سوراخی که نامش گوشهاست ** تا بباغ جان که میوهاش هوشهاست
- Canlar bağının ana yolu da o anlayışın yolu. Âlemin bağları, bostanları onun fer’inden ibaret.
- شاه راه باغ جانها شرع اوست ** باغ و بستانهای عالم فرع اوست
- Bu hoşlukların aslı ve kaynağı o. Haydi, hemen “ O, bahçelerin inişlerinde nehirler akar” ayetini oku artık.” 2455
- اصل و سرچشمهی خوشی آن است آن ** زود تجری تحتها الأنهار خوان
- Peygamber Sallâllahu Aleyhi Ve Sellem’in hastaya nasihat etmesi hikâyesinin sonu
- تتمهای نصیحت رسول صلی الله علیه و آله بیمار را
- Peygamber, o hastayı dolaştı, o ağlayıp inleyen zavallının halini hatırını sordu. Sonra dedi ki:
- گفت پیغمبر مر آن بیمار را ** چون عیادت کرد یار زار را
- “Acaba sen bir çeşit dua mı ettin, bilmeyerek bir zehirli aş mı yedin?
- که مگر نوعی دعایی کردهای ** از جهالت زهربایی خوردهای
- Hele bir hatırla bakayım, nefsin, hilesinden coşunca ne çeşit duada bulundun?”
- یاد آور چه دعا میگفتهای ** چون ز مکر نفس میآشفتهای
- Hasta “ Hiç hatırıma gelmiyor. Himmet et de hatırlayayım” dedi.
- گفت یادم نیست الا همتی ** دار با من یادم آید ساعتی
- Mustafa’nın nur bağışlayan huzuru hürmetine duayı hatırladı. 2460
- از حضور نور بخش مصطفا ** پیش خاطر آمد او را آن دعا
- Her yanı aydınlatan Peygamber’in himmeti, ona hatırlayamadığını hatırlattı.
- همت پیغمبر روشنکده ** پیش خاطر آمدش آن گم شده
- Hakla bâtıl arasını ayırt eden aydınlık, gönülden gönle açılmış olan pencereden parladı.
- تافت ز آن روزن که از دل تا دل است ** روشنی که فرق حق و باطل است
- Dedi ki: “Ya Resulallah, bir hezeyandır ettim, şimdicek duamı hatırladım.
- گفت اینک یادم آمد ای رسول ** آن دعا که گفتهام من بو الفضول
- Daima günaha giriftar olup duruyordum. Denize düşenin yılana sarılması gibi önüme ne gelirse sarılıyordum.
- چون گرفتار گنه میآمدم ** غرقه دست اندر حشایش میزدم
- Sen, suçluları çok şiddetli azaplarla tehdit etmiştin. 2465
- از تو تهدید و وعیدی میرسید ** مجرمان را از عذاب بس شدید
- Istıraba düştüm, çarem kalmadı. Bağ pek sıkı, kilit kapalıydı.
- مضطرب میگشتم و چاره نبود ** بند محکم بود و قفل ناگشود
- Ne sabredebiliyordum. Ne kaçacak, kurtulacak yer vardı. Ne tövbe etmeye bir ümidim kalmıştı, ne dayanmama imkân.
- نی مقام صبر و نه راه گریز ** نی امید توبه نه جای ستیز
- Elemden Harut’la Marut gibi ah ederek dedim ki: Ey yaratan Tanrı’m.
- من چو هاروت و چو ماروت از حزن ** آه میکردم که ای خلاق من
- Harut’la Marut tehlikeden kurtulmak için Bâbil Kuyusunu dilediler.
- از خطر هاروت و ماروت آشکار ** چاه بابل را بکردند اختیار
- Gürbüz, akıllı, hatta sihirbaza benzer, her şeye muktedir oldukları halde onlar bile ahret azabını o kuyuda çekmek istediler. 2470
- تا عذاب آخرت اینجا کشند ** گربزند و عاقل و ساحروشاند