- Hakla bâtıl arasını ayırt eden aydınlık, gönülden gönle açılmış olan pencereden parladı.
- تافت ز آن روزن که از دل تا دل است ** روشنی که فرق حق و باطل است
- Dedi ki: “Ya Resulallah, bir hezeyandır ettim, şimdicek duamı hatırladım.
- گفت اینک یادم آمد ای رسول ** آن دعا که گفتهام من بو الفضول
- Daima günaha giriftar olup duruyordum. Denize düşenin yılana sarılması gibi önüme ne gelirse sarılıyordum.
- چون گرفتار گنه میآمدم ** غرقه دست اندر حشایش میزدم
- Sen, suçluları çok şiddetli azaplarla tehdit etmiştin. 2465
- از تو تهدید و وعیدی میرسید ** مجرمان را از عذاب بس شدید
- Istıraba düştüm, çarem kalmadı. Bağ pek sıkı, kilit kapalıydı.
- مضطرب میگشتم و چاره نبود ** بند محکم بود و قفل ناگشود
- Ne sabredebiliyordum. Ne kaçacak, kurtulacak yer vardı. Ne tövbe etmeye bir ümidim kalmıştı, ne dayanmama imkân.
- نی مقام صبر و نه راه گریز ** نی امید توبه نه جای ستیز
- Elemden Harut’la Marut gibi ah ederek dedim ki: Ey yaratan Tanrı’m.
- من چو هاروت و چو ماروت از حزن ** آه میکردم که ای خلاق من
- Harut’la Marut tehlikeden kurtulmak için Bâbil Kuyusunu dilediler.
- از خطر هاروت و ماروت آشکار ** چاه بابل را بکردند اختیار
- Gürbüz, akıllı, hatta sihirbaza benzer, her şeye muktedir oldukları halde onlar bile ahret azabını o kuyuda çekmek istediler. 2470
- تا عذاب آخرت اینجا کشند ** گربزند و عاقل و ساحروشاند
- İyi de ettiler, tam yerinde bir işti. Dumandan çekilen zahmet ateşe nispetle elbette kolaydır, ehemmiyetsizdir.
- نیک کردند و بجای خویش بود ** سهلتر باشد ز آتش رنج دود
- Ahiret azabını tavsife imkân yoktur. Onun yanın da dünya azabının ehemmiyeti olamaz.
- حد ندارد وصف رنج آن جهان ** سهل باشد رنج دنیا پیش آن
- Ne mutlu o kişiye ki savaşır, çabalar, bedenine azap eder.
- ای خنک آن کاو جهادی میکند ** بر بدن زجری و دادی میکند
- O cihanın azabından kurtulsun diye bu azap çekme ibadetine katlanır.
- تا ز رنج آن جهانی وارهد ** بر خود این رنج عبادت مینهد
- Ben de, Yarabbi, bana o azabı hemencecik burada çektir de, 2475
- من همیگفتم که یا رب آن عذاب ** هم در این عالم بران بر من شتاب
- O âlemde rahat edeyim diye dua edip durmaktaydım. İstek kapısının halkasını bu suretle çalışıyordum.
- تا در آن عالم فراغت باشدم ** در چنین درخواست حلقه میزدم
- Derken bu hastalığa tutuldum. Canım zahmetten âramsız bir hale düştü.
- این چنین رنجوریی پیدام شد ** جان من از رنج بیآرام شد
- Zikrinden, evradımdan kaldım. Kendimden de haberim yoktu, iyiden, kötüden de.
- ماندهام از ذکر و از اوراد خود ** بیخبر گشتم ز خویش و نیک و بد
- Yüzünü görmeseydim; ey kutlu, ey kokusu güzel ve mübarek Peygamber;
- گر نمیدیدم کنون من روی تو ** ای خجسته وی مبارک بوی تو
- Hayat kaydından tamamıyla sıyrılacaktım. Bana padişaha lütfedip derttaş oldun da bu gamdan kurtardın” 2480
- میشدم از دست من یک بارگی ** کردیم شاهانه این غم خوارگی
- Peygamber, “Ne yaptın? Sakın bir daha bu duada bulunma. Kendi kökünü kendin kazıp sökme.
- گفت هیهی این دعا دیگر مکن ** بر مکن تو خویش را از بیخ و بن
- Ey zayıf karınca, senin ne takatin var ki böyle bir yüce dağı yüklenmeye kalkışıyorsun!” dedi.
- تو چه طاقت داری ای مور نژند ** که نهد بر تو چنان کوه بلند
- Adam dedi ki: “Sultanım, tövbe ettim. Bir daha böyle bir cürette bulunmam, böyle bir lâf etmem.”
- گفت توبه کردم ای سلطان که من ** از سر جلدی نه لافم هیچ فن
- Bu cihan bir çöldür, sen Musa’sın. Biz de günahımız yüzünden çölde iptilâlara uğramış kişileriz.
- این جهان تیه است و تو موسی و ما ** از گنه در تیه مانده مبتلا
- Yıllarcadır yol görüyoruz, fakat sonunda yine ilk konakta esiriz. 2485
- سالها ره میرویم و در اخیر ** همچنان در منزل اول اسیر
- Musa’nın gönlü bizden razı olsaydı, bu çöle bir yol, bir uç bulunurdu.
- گر دل موسی ز ما راضی بدی ** تیه را راه و کران پیدا شدی