English    Türkçe    فارسی   

2
2465-2489

  • Sen, suçluları çok şiddetli azaplarla tehdit etmiştin. 2465
  • از تو تهدید و وعیدی می‏رسید ** مجرمان را از عذاب بس شدید
  • Istıraba düştüm, çarem kalmadı. Bağ pek sıkı, kilit kapalıydı.
  • مضطرب می‏گشتم و چاره نبود ** بند محکم بود و قفل ناگشود
  • Ne sabredebiliyordum. Ne kaçacak, kurtulacak yer vardı. Ne tövbe etmeye bir ümidim kalmıştı, ne dayanmama imkân.
  • نی مقام صبر و نه راه گریز ** نی امید توبه نه جای ستیز
  • Elemden Harut’la Marut gibi ah ederek dedim ki: Ey yaratan Tanrı’m.
  • من چو هاروت و چو ماروت از حزن ** آه می‏کردم که ای خلاق من‏
  • Harut’la Marut tehlikeden kurtulmak için Bâbil Kuyusunu dilediler.
  • از خطر هاروت و ماروت آشکار ** چاه بابل را بکردند اختیار
  • Gürbüz, akıllı, hatta sihirbaza benzer, her şeye muktedir oldukları halde onlar bile ahret azabını o kuyuda çekmek istediler. 2470
  • تا عذاب آخرت اینجا کشند ** گربزند و عاقل و ساحروش‏اند
  • İyi de ettiler, tam yerinde bir işti. Dumandan çekilen zahmet ateşe nispetle elbette kolaydır, ehemmiyetsizdir.
  • نیک کردند و بجای خویش بود ** سهلتر باشد ز آتش رنج دود
  • Ahiret azabını tavsife imkân yoktur. Onun yanın da dünya azabının ehemmiyeti olamaz.
  • حد ندارد وصف رنج آن جهان ** سهل باشد رنج دنیا پیش آن‏
  • Ne mutlu o kişiye ki savaşır, çabalar, bedenine azap eder.
  • ای خنک آن کاو جهادی می‏کند ** بر بدن زجری و دادی می‏کند
  • O cihanın azabından kurtulsun diye bu azap çekme ibadetine katlanır.
  • تا ز رنج آن جهانی وارهد ** بر خود این رنج عبادت می‏نهد
  • Ben de, Yarabbi, bana o azabı hemencecik burada çektir de, 2475
  • من همی‏گفتم که یا رب آن عذاب ** هم در این عالم بران بر من شتاب‏
  • O âlemde rahat edeyim diye dua edip durmaktaydım. İstek kapısının halkasını bu suretle çalışıyordum.
  • تا در آن عالم فراغت باشدم ** در چنین درخواست حلقه می‏زدم‏
  • Derken bu hastalığa tutuldum. Canım zahmetten âramsız bir hale düştü.
  • این چنین رنجوریی پیدام شد ** جان من از رنج بی‏آرام شد
  • Zikrinden, evradımdan kaldım. Kendimden de haberim yoktu, iyiden, kötüden de.
  • مانده‏ام از ذکر و از اوراد خود ** بی‏خبر گشتم ز خویش و نیک و بد
  • Yüzünü görmeseydim; ey kutlu, ey kokusu güzel ve mübarek Peygamber;
  • گر نمی‏دیدم کنون من روی تو ** ای خجسته وی مبارک بوی تو
  • Hayat kaydından tamamıyla sıyrılacaktım. Bana padişaha lütfedip derttaş oldun da bu gamdan kurtardın” 2480
  • می‏شدم از دست من یک بارگی ** کردیم شاهانه این غم خوارگی‏
  • Peygamber, “Ne yaptın? Sakın bir daha bu duada bulunma. Kendi kökünü kendin kazıp sökme.
  • گفت هی‏هی این دعا دیگر مکن ** بر مکن تو خویش را از بیخ و بن‏
  • Ey zayıf karınca, senin ne takatin var ki böyle bir yüce dağı yüklenmeye kalkışıyorsun!” dedi.
  • تو چه طاقت داری ای مور نژند ** که نهد بر تو چنان کوه بلند
  • Adam dedi ki: “Sultanım, tövbe ettim. Bir daha böyle bir cürette bulunmam, böyle bir lâf etmem.”
  • گفت توبه کردم ای سلطان که من ** از سر جلدی نه لافم هیچ فن‏
  • Bu cihan bir çöldür, sen Musa’sın. Biz de günahımız yüzünden çölde iptilâlara uğramış kişileriz.
  • این جهان تیه است و تو موسی و ما ** از گنه در تیه مانده مبتلا
  • Yıllarcadır yol görüyoruz, fakat sonunda yine ilk konakta esiriz. 2485
  • سالها ره می‏رویم و در اخیر ** همچنان در منزل اول اسیر
  • Musa’nın gönlü bizden razı olsaydı, bu çöle bir yol, bir uç bulunurdu.
  • گر دل موسی ز ما راضی بدی ** تیه را راه و کران پیدا شدی‏
  • Fakat bizden tamamıyla usanmış olsaydı hiç yemeğimiz gökten gelir miydi?
  • ور به کل بیزار بودی او ز ما ** کی رسیدی خوانمان هیچ از سما
  • Bir taş parçasından kaynaklar coşar mıydı, çölde canımızı kurtarabilir miydik?
  • کی ز سنگی چشمه‏ها جوشان شدی ** در بیابان‏مان امان جان شدی‏
  • Hattâ bundan vazgeçtik, yemek yerine üstümüze ateş yağar, konduğumuz bu konakta alevlenir, yanardık.
  • بل به جای خوان خود آتش آمدی ** اندر این منزل لهب بر ما زدی‏