- Bir taş parçasından kaynaklar coşar mıydı, çölde canımızı kurtarabilir miydik?
- کی ز سنگی چشمهها جوشان شدی ** در بیابانمان امان جان شدی
- Hattâ bundan vazgeçtik, yemek yerine üstümüze ateş yağar, konduğumuz bu konakta alevlenir, yanardık.
- بل به جای خوان خود آتش آمدی ** اندر این منزل لهب بر ما زدی
- Musa, bizden hem hoşnut, hem değil, gâh dostumuz, gâh düşmanımız. 2490
- چون دو دل شد موسی اندر کار ما ** گاه خصم ماست گاهی یار ما
- Hışımı; pılımızı, pırtımızı ateşlemekte, hilmi belâya siper olmakta.
- خشمش آتش میزند در رخت ما ** حلم او رد میکند تیر بلا
- Nasıl olur da hem hilimle muamele eder, hem hışımla? Fakat ey aziz Tanrı, bu senin lütfundan, bu lütuf, az görülmüş, bir şey değil ki.
- کی بود که حلم گردد خشم نیز ** نیست این نادر ز لطفت ای عزیز
- Adamın karşısında bulunan kimseyi yüzüne karşı methetmesi hoş bir şey değil. Onun için Musa’nın adını mahsus anıyorum.
- مدح حاضر وحشت است از بهر این ** نام موسی میبرم قاصد چنین
- Yoksa değil Musa, kim olursa olsun. Senin karşında başka birinden bahsetmem yaraşır mı?
- ور نه موسی کی روا دارد که من ** پیش تو یاد آورم از هیچ تن
- Bizim ahitlerimiz yüzlerce, binlerce defa bozuldu. Fakat senin ahdin dağ gibi, yerinden bile oynamıyor. 2495
- عهد ما بشکست صد بار و هزار ** عهد تو چون کوه ثابت برقرار
- Bizim ahdimiz saman çöpüne benzer, her çeşit rüzgâra karşı zebundur. Senin ahdinse dağ gibi, hatta yüzlerce dağdan da kuvvetli.
- عهد ما کاه و به هر بادی زبون ** عهد تو کوه و ز صد که هم فزون
- O kuvvet hakkı için ey renklere sahip olan, bizim renkten renge girişimize bir acı!
- حق آن قوت که بر تلوین ما ** رحمتی کن ای امیر لونها
- Kendimizi de gördük, rüsvay oluşumuzu da. Padişahım, bizi fazla imtihana çekme.
- خویش را دیدیم و رسوایی خویش ** امتحان ما مکن ای شاه بیش
- De ey kerem sahibi ve yardımı istenen Tanrı, öbür ayıplarımızı, öbür kötülüklerimizi gizli bırak.
- تا فضیحتهای دیگر را نهان ** کرده باشی ای کریم مستعان
- Sen cemalde, kemalde sonsuzun; biz eğrilikte sapıklıkta sonsuz! 2500
- بیحدی تو در جمال و در کمال ** در کژی ما بیحدیم و در ضلال
- Şu bir avuç aşağılık kişililerin kötülükteki sonsuzluğunu sonsuz lütfunla, cemal ve kemalinle ört.
- بیحدی خویش بگمار ای کریم ** بر کژی بیحد مشتی لئیم
- Aman elbisemizden zaten bir tek iplik kaldı. Bir şehirdik, tek bir duvarımız yerinde.
- هین که از تقطیع ما یک تار ماند ** مصر بودیم و یکی دیوار ماند
- Ey sahibimiz, şu kalanı koru, şu kalanı koru da Şeytan, tamamıyla sevinmesin.
- البقیه البقیه ای خدیو ** تا نگردد شاد کلی جان دیو
- Bizim hatırımız için değil, suçluları yine arayıp kayırdığın o kadim lütfun hakkı için Yarabbi.
- بهر ما نه بهر آن لطف نخست ** که تو کردی گمرهان را باز جست
- Mademki kudretini gösterdin, merhametini de göster, ey et ve yağ parçalarına merhametler ihsan eden Tanrı. 2505
- چون نمودی قدرتت بنمای رحم ** ای نهاده رحمها در لحم و شحم
- Eğer bu dua gazabını arttırıyorsa ulu Tanrı, sen bize bir dua öğret.
- این دعا گر خشم افزاید ترا ** تو دعا تعلیم فرما مهترا
- Nitekim Âdem cennetten çıkınca ona tövbe etmeyi nasip ettin de kötü Şeytan'dan kurtuldu.
- آن چنان کادم بیفتاد از بهشت ** رجعتش دادی که رست از دیو زشت
- Şeytan da kimdir ki Âdemden üstün olsun, böyle bir düzenle oyunu kazansın, onu alt etsin.
- دیو که بود کاو ز آدم بگذرد ** بر چنین نطعی از او بازی برد
- Bunların hepsi de hakikatte Âdem’in faydasını temin etti. Şeytan’ın hilesi, düzeni, o hasetçiye lânet edilmesine sebep oldu.
- در حقیقت نفع آدم شد همه ** لعنت حاسد شده آن دمدمه
- Şeytan, bir oyunu gördü de iki yüz oyunu göremedi. O yüzden kendi evinin direğini kendisi kesti. 2510
- بازیی دید و دو صد بازی ندید ** پس ستون خانهی خود را برید
- Gece vakti başkalarının ekinini ateşlemek istedi, fakat yel, ateşi kendi ekinine sürdü.
- آتشی زد شب به کشت دیگران ** باد آتش را به کشت او بران
- Lânet, Şeytana bir gözbağı oldu, bu yüzden hileyi düşmanı olan Âdem’e ziyan sandı.
- چشم بندی بود لعنت دیو را ** تا زیان خصم دید آن ریو را