English    Türkçe    فارسی   

2
2498-2522

  • Kendimizi de gördük, rüsvay oluşumuzu da. Padişahım, bizi fazla imtihana çekme.
  • خویش را دیدیم و رسوایی خویش ** امتحان ما مکن ای شاه بیش‏
  • De ey kerem sahibi ve yardımı istenen Tanrı, öbür ayıplarımızı, öbür kötülüklerimizi gizli bırak.
  • تا فضیحت‏های دیگر را نهان ** کرده باشی ای کریم مستعان‏
  • Sen cemalde, kemalde sonsuzun; biz eğrilikte sapıklıkta sonsuz! 2500
  • بی‏حدی تو در جمال و در کمال ** در کژی ما بی‏حدیم و در ضلال‏
  • Şu bir avuç aşağılık kişililerin kötülükteki sonsuzluğunu sonsuz lütfunla, cemal ve kemalinle ört.
  • بی‏حدی خویش بگمار ای کریم ** بر کژی بی‏حد مشتی لئیم‏
  • Aman elbisemizden zaten bir tek iplik kaldı. Bir şehirdik, tek bir duvarımız yerinde.
  • هین که از تقطیع ما یک تار ماند ** مصر بودیم و یکی دیوار ماند
  • Ey sahibimiz, şu kalanı koru, şu kalanı koru da Şeytan, tamamıyla sevinmesin.
  • البقیه البقیه ای خدیو ** تا نگردد شاد کلی جان دیو
  • Bizim hatırımız için değil, suçluları yine arayıp kayırdığın o kadim lütfun hakkı için Yarabbi.
  • بهر ما نه بهر آن لطف نخست ** که تو کردی گمرهان را باز جست‏
  • Mademki kudretini gösterdin, merhametini de göster, ey et ve yağ parçalarına merhametler ihsan eden Tanrı. 2505
  • چون نمودی قدرتت بنمای رحم ** ای نهاده رحمها در لحم و شحم‏
  • Eğer bu dua gazabını arttırıyorsa ulu Tanrı, sen bize bir dua öğret.
  • این دعا گر خشم افزاید ترا ** تو دعا تعلیم فرما مهترا
  • Nitekim Âdem cennetten çıkınca ona tövbe etmeyi nasip ettin de kötü Şeytan'dan kurtuldu.
  • آن چنان کادم بیفتاد از بهشت ** رجعتش دادی که رست از دیو زشت‏
  • Şeytan da kimdir ki Âdemden üstün olsun, böyle bir düzenle oyunu kazansın, onu alt etsin.
  • دیو که بود کاو ز آدم بگذرد ** بر چنین نطعی از او بازی برد
  • Bunların hepsi de hakikatte Âdem’in faydasını temin etti. Şeytan’ın hilesi, düzeni, o hasetçiye lânet edilmesine sebep oldu.
  • در حقیقت نفع آدم شد همه ** لعنت حاسد شده آن دمدمه‏
  • Şeytan, bir oyunu gördü de iki yüz oyunu göremedi. O yüzden kendi evinin direğini kendisi kesti. 2510
  • بازیی دید و دو صد بازی ندید ** پس ستون خانه‏ی خود را برید
  • Gece vakti başkalarının ekinini ateşlemek istedi, fakat yel, ateşi kendi ekinine sürdü.
  • آتشی زد شب به کشت دیگران ** باد آتش را به کشت او بران‏
  • Lânet, Şeytana bir gözbağı oldu, bu yüzden hileyi düşmanı olan Âdem’e ziyan sandı.
  • چشم بندی بود لعنت دیو را ** تا زیان خصم دید آن ریو را
  • Lânet dediğin de işte insanı böyle ters görüşlü yapar. Hasetçi, kendini görür, beğenir, kindar bir hale gelir.
  • لعنت این باشد که کژبینش کند ** حاسد و خود بین و پر کینش کند
  • Nihayet kötülüğün, sonunda dönüp kötülükte bulunana geleceğini, ona ziyan vereceğini anlamaz.
  • تا نداند که هر آن که کرد بد ** عاقبت باز آید و بر وی زند
  • Kendisini mat edecek şeylerin hepsini aksine görür. Hâlbuki mat olan kendisidir, kendisi ziyan eder! 2515
  • جمله فرزین بندها بیند بعکس ** مات بر وی گردد و نقصان و وکس‏
  • Çünkü kendisi bir hiçten ibaret olduğunu görse, yarasının öldürücü ve şiddetli olduğunu bilse,
  • ز انکه گر او هیچ بیند خویش را ** مهلک و ناسور بیند ریش را
  • Böyle görüş, böyle biliş, adamın gönlünü dertlendirir. Dert de onu hicaptan çıkarırdı.
  • درد خیزد زین چنین دیدن درون ** درد او را از حجاب آرد برون‏
  • Anaları doğum ağrısı tutmasa çocuk doğmaya hiçbir yol bulamaz.
  • تا نگیرد مادران را درد زه ** طفل در زادن نیابد هیچ ره‏
  • Bu emanet gönüldedir, gönülde gebe. Bu nasihatlerse ebeye benzer.
  • این امانت در دل و دل حامله ست ** این نصیحتها مثال قابله ست‏
  • Ebe “Kadının ağrısı yok, ağrı lâzım, ağrı çocuğa yoldur” der. 2520
  • قابله گوید که زن را درد نیست ** درد باید درد کودک را رهی است‏
  • Dertsiz kişi yol vurucudur, dertsizlik “Enel Hak- ben Hakk’ım” demektir.
  • آن که او بی‏درد باشد ره زن است ** ز انکه بی‏دردی انا الحق گفتن است‏
  • Bu “Ene” sözünü vakitsiz söylemek; lânete düşmektir, “Ene” yi vaktinde söylemek rahmettir.
  • آن انا بی‏وقت گفتن لعنت است ** آن انا در وقت گفتن رحمت است‏