English    Türkçe    فارسی   

2
2507-2531

  • Nitekim Âdem cennetten çıkınca ona tövbe etmeyi nasip ettin de kötü Şeytan'dan kurtuldu.
  • آن چنان کادم بیفتاد از بهشت ** رجعتش دادی که رست از دیو زشت‏
  • Şeytan da kimdir ki Âdemden üstün olsun, böyle bir düzenle oyunu kazansın, onu alt etsin.
  • دیو که بود کاو ز آدم بگذرد ** بر چنین نطعی از او بازی برد
  • Bunların hepsi de hakikatte Âdem’in faydasını temin etti. Şeytan’ın hilesi, düzeni, o hasetçiye lânet edilmesine sebep oldu.
  • در حقیقت نفع آدم شد همه ** لعنت حاسد شده آن دمدمه‏
  • Şeytan, bir oyunu gördü de iki yüz oyunu göremedi. O yüzden kendi evinin direğini kendisi kesti. 2510
  • بازیی دید و دو صد بازی ندید ** پس ستون خانه‏ی خود را برید
  • Gece vakti başkalarının ekinini ateşlemek istedi, fakat yel, ateşi kendi ekinine sürdü.
  • آتشی زد شب به کشت دیگران ** باد آتش را به کشت او بران‏
  • Lânet, Şeytana bir gözbağı oldu, bu yüzden hileyi düşmanı olan Âdem’e ziyan sandı.
  • چشم بندی بود لعنت دیو را ** تا زیان خصم دید آن ریو را
  • Lânet dediğin de işte insanı böyle ters görüşlü yapar. Hasetçi, kendini görür, beğenir, kindar bir hale gelir.
  • لعنت این باشد که کژبینش کند ** حاسد و خود بین و پر کینش کند
  • Nihayet kötülüğün, sonunda dönüp kötülükte bulunana geleceğini, ona ziyan vereceğini anlamaz.
  • تا نداند که هر آن که کرد بد ** عاقبت باز آید و بر وی زند
  • Kendisini mat edecek şeylerin hepsini aksine görür. Hâlbuki mat olan kendisidir, kendisi ziyan eder! 2515
  • جمله فرزین بندها بیند بعکس ** مات بر وی گردد و نقصان و وکس‏
  • Çünkü kendisi bir hiçten ibaret olduğunu görse, yarasının öldürücü ve şiddetli olduğunu bilse,
  • ز انکه گر او هیچ بیند خویش را ** مهلک و ناسور بیند ریش را
  • Böyle görüş, böyle biliş, adamın gönlünü dertlendirir. Dert de onu hicaptan çıkarırdı.
  • درد خیزد زین چنین دیدن درون ** درد او را از حجاب آرد برون‏
  • Anaları doğum ağrısı tutmasa çocuk doğmaya hiçbir yol bulamaz.
  • تا نگیرد مادران را درد زه ** طفل در زادن نیابد هیچ ره‏
  • Bu emanet gönüldedir, gönülde gebe. Bu nasihatlerse ebeye benzer.
  • این امانت در دل و دل حامله ست ** این نصیحتها مثال قابله ست‏
  • Ebe “Kadının ağrısı yok, ağrı lâzım, ağrı çocuğa yoldur” der. 2520
  • قابله گوید که زن را درد نیست ** درد باید درد کودک را رهی است‏
  • Dertsiz kişi yol vurucudur, dertsizlik “Enel Hak- ben Hakk’ım” demektir.
  • آن که او بی‏درد باشد ره زن است ** ز انکه بی‏دردی انا الحق گفتن است‏
  • Bu “Ene” sözünü vakitsiz söylemek; lânete düşmektir, “Ene” yi vaktinde söylemek rahmettir.
  • آن انا بی‏وقت گفتن لعنت است ** آن انا در وقت گفتن رحمت است‏
  • Mansur’un “Ene” deyişi, şüphe yok ki rahmetten ibarettir; fakat Firavunun “ Ene” deyişine bir bak, lânetin ta kendisi!
  • آن انا منصور رحمت شد یقین ** آن انا فرعون لعنت شد ببین‏
  • Hulasa vakitsiz öten her horozun ibret için başını kesmek gerekir.
  • لاجرم هر مرغ بی‏هنگام را ** سر بریدن واجب است اعلام را
  • Baş kesmek nedir? Dünyada nefsi öldürmek, nefsin dileklerini terk etmek. 2525
  • سر بریدن چیست کشتن نفس را ** در جهاد و ترک گفتن نفس را
  • Bu da öldürülmekten kurtulsun diye akrebin iğnesini çıkarmak gibidir.
  • آن چنان که نیش کژدم بر کنی ** تا که یابد او ز کشتن ایمنی‏
  • Taşla tepelenme belâsından kurtulsun diye yılanın zehirli dişini sökersin ya!
  • بر کنی دندان پر زهری ز مار ** تا رهد مار از بلای سنگسار
  • Nefsi, pirin gölgesinden başka hiçbir şey öldürmez. O nefis öldürenin eteğine sımsıkı sarıl.
  • هیچ نکشد نفس را جز ظل پیر ** دامن آن نفس کش را سخت گیر
  • Eteğini sıkıca tuttun mu, bu, Tanrı tevfikidir. Sende beliren her kuvvet, onun seni çekişinden, dileyişinden meydana gelir.
  • چون بگیری سخت آن توفیق هوست ** در تو هر قوت که آید جذب اوست‏
  • “Ma remeye iz remeyte” iyi bil. Canın nesi varsa canlar canındandır. 2530
  • ما رمیت إذ رمیت راست دان ** هر چه کارد جان بود از جان جان‏
  • Elini tutan, yükünü yüklenen odur. Her an, her nefes, o anı, o nefesi ondan um!
  • دست گیرنده وی است و بردبار ** دم‏به‏دم آن دم از او امید دار