- Eğer çirkinin resmini yapmayı bilmezse ressam, nâkıstır. İşte bu yüzden Tanrı hem kâfirin yaratıcısıdır, hem müminin.
- ور نداند زشت کردن ناقص است ** زین سبب خلاق گبر و مخلص است
- Bu yüzden küfür de Tanrılığına şahittir, iman da. İkisi de ona secde eder.
- پس از این رو کفر و ایمان شاهدند ** بر خداوندیش و هر دو ساجدند
- Fakat bil ki müminin secdesi dileyerektir. Çünkü mümin, Tanrı rızasını arar, maksadı onun rızasını almaktır.
- لیک مومن دان که طوعا ساجد است ** ز انکه جویای رضا و قاصد است
- Kâfir de istemeyerek Tanrı’ya tapar ama onun maksadı başkadır. 2545
- هست کرها گبر هم یزدان پرست ** لیک قصد او مرادی دیگر است
- Padişahın kalesini yapar ama beylik dâvasındadır.
- قلعهای سلطان عمارت میکند ** لیک دعوی امارت میکند
- Kale, onun malı olsun diye isyan eder, fakat nihayet kale, padişahın eline geçer.
- گشته یاغی تا که ملک او بود ** عاقبت خود قلعه سلطانی شود
- Müminse o kaleyi padişah için tamir eder, makam sahibi, mevki sahibi olmak için değil.
- مومن آن قلعه برای پادشاه ** میکند معمور نه از بهر جاه
- Çirkin, “Ey çirkini de yaratan padişah, sen güzeli de yaratmaya kaadirsin, çirkini de” der.
- زشت گوید ای شه زشت آفرین ** قادری بر خوب و بر زشت مهین
- Güzel de “Ey güzellik padişahı, beni bütün ayıplardan arıttın” der. 2550
- خوب گوید ای شه حسن و بها ** پاک گردانیدیم از عیبها
- Peygamber Sallâllahu Aleyhi Ve Sellem’in nasihat etmesi ve hastaya dua öğretmesi
- وصیت کردن پیغامبر صلی الله علیه و آله مر آن بیمار را و دعا آموزانیدنش
- Peygamber, o hastaya dedi ki: “Sen, şunu söyle; Tanrı, sen bize güçlükleri kolaylaştır.
- گفت پیغمبر مر آن بیمار را ** این بگو کای سهل کن دشوار را
- Dünya yurdunda bize iyilik ver, ahiret yurdunda da.
- آتنا فی دار دنیانا حسن ** آتنا فی دار عقبانا حسن
- Yolumuzu gül bahçesi gibi lâtif bir hale getir, ey Yüce Tanrı, konağımız zaten sensin.”
- راه را بر ما چو بستان کن لطیف ** منزل ما خود تو باشی ای شریف
- Müminler mahşerde derler ki; “Ey melekler, cehennem müşterek bir yol değil miydi?
- مومنان در حشر گویند ای ملک ** نی که دوزخ بود راه مشترک
- Mümin de oraya uğrayacaktı, kâfir de. Fakat biz bu yolda ne duman gördük, ne ateş. 2555
- مومن و کافر بر او یابد گذار ** ما ندیدیم اندر این ره دود و نار
- İşte burası cennet, emniyet yurdu. Peki o aşağılık uğrak nerede?”
- نک بهشت و بارگاه ایمنی ** پس کجا بود آن گذرگاه دنی
- Melekler derler ki: “Hani geçerken filân yerde gördüğümüz o yemyeşil bahçe vardı ya.
- پس ملک گوید که آن روضهی خضر ** که فلان جا دیدهاید اندر گذر
- Cehennem, o şiddetli azap yurdu, işte orasıydı. Fakat size bağlık, bahçelik, yeşillik bir yer oldu.
- دوزخ آن بود و سیاستگاه سخت ** بر شما شد باغ و بستان و درخت
- Siz, bu cehennem huylu, kötü suratlı, ateş meşrepli nefsi.
- چون شما این نفس دوزخ خوی را ** آتشی گبر فتنه جوی را
- Çalışıp, çabalayıp tertemiz bir hale getirdiniz; Tanrı için ateşi söndürdünüz: 2560
- جهدها کردید و او شد پر صفا ** نار را کشتید از بهر خدا
- Şulelenip duran şehvet ateşini takva yeşilliği, hidayet nuru haline soktunuz;
- آتش شهوت که شعله میزدی ** سبزهی تقوی شد و نور هدی
- Hırs ateşiniz hilim, bilgisizlik karanlığı ilim oldu;
- آتش خشم از شما هم حلم شد ** ظلمت جهل از شما هم علم شد
- Hırs ateşini attınız; o ateş diken gibiydi, gül bahçesine döndü..
- آتش حرص از شما ایثار شد ** و آن حسد چون خار بد گلزار شد
- Mademki siz kendinizdeki bütün ateşleri bizim için söndürdünüz, bu suretle de zehir, bal haline geldi.
- چون شما این جمله آتشهای خویش ** بهر حق کشتید جمله پیش پیش
- Mademki ateşe mensup olan nefsi bir bahçe yapıp oraya vefa tohumları ektiniz, 2565
- نفس ناری را چو باغی ساختید ** اندر او تخم وفا انداختید
- Oradaki zikir ve tespih bülbülleri, yeşillikte, ırmak kıyısında güzel bir tarzda ötüşmeye koyuldular.
- بلبلان ذکر و تسبیح اندر او ** خوش سرایان در چمن بر طرف جو