English    Türkçe    فارسی   

2
270-294

  • Onun zikretmesi külhanda biten yeşilliğe, aptes bozulan yerde yetişen gül ve süsene benzer. 270
  • ذکر با او همچو سبزه گلخن است ** بر سر مبرز گلست و سوسن است
  • O yeşillik orada ariyettir. O gülün yeri oturulan işret edilen yerdir.
  • آن نبات آن جا یقین عاریت است ** جای آن گل مجلس است و عشرت است‏
  • Temiz şeyler temizlere aittir; pisler de pis şeylere... Kendine gel!
  • طیبات آید به سوی طیبین ** للخبیثین الخبیثات است هین‏
  • Kin yüzünden yol azıtanlara kin tutma. Çünkü onların kabirlerini de kin tutanların yanına kazarlar.
  • کین مدار آنها که از کین گمرهند ** گورشان پهلوی کین داران نهند
  • Kinin aslı cehennemdir. Senin kinin o küll’ün cüz’üdür, dinin de düşmanı.
  • اصل کینه دوزخ است و کین تو ** جزو آن کل است و خصم دین تو
  • Mademki sen cehennemin cüz’üsün; aklını başına al cüzü, küllünün yanında karar eder. 275
  • چون تو جزو دوزخی پس هوش دار ** جزو سوی کل خود گیرد قرار
  • Acı, mutlaka acılara katılır. Bâtıl söz nasıl olur da Hakk’a ulaşır?
  • تلخ با تلخان یقین ملحق شود ** کی دم باطل قرین حق شود
  • Kardeş, sen ancak o düşünceden, o ruhtan ibaretsin. Mütebaki varlığın bakımındansa kemik ve deriden başka bir şey değilsin.
  • ای برادر تو همان اندیشه‏ای ** ما بقی تو استخوان و ریشه‏ای‏
  • Düşüncen, manevi varlığın gülse, gül bahçesisin; dikense külhana lâyıksın.
  • گر گل است اندیشه‏ی تو گلشنی ** ور بود خاری تو هیمه‏ی گلخنی‏
  • Gül suyu isen seni başa sürer, koyuna serperler; sidik gibiysen dışarı atarlar.
  • گر گلابی، بر سر و جیبت زنند ** ور تو چون بولی برونت افکنند
  • Koku satanların tablalarına bak. Her cinsi, kendi cinsinin yanına korlar. 280
  • طبله‏ها در پیش عطاران ببین ** جنس را با جنس خود کرده قرین‏
  • Cinsleri, kendi cinsleriyle karıştırır, bu uygunluktan bir güzellik, bir süs meydana getirirler.
  • جنسها با جنسها آمیخته ** زین تجانس زینتی انگیخته‏
  • Fakat mercimek, şeker arasına karışırsa onları birer, birer ayırırlar.
  • گر در آمیزند عود و شکرش ** بر گزیند یک یک از یکدیگرش‏
  • Tablalar kırıldı, canlar döküldü de iyiyi, kötüyü birbirine karıştırdılar.
  • طبله‏ها بشکست و جانها ریختند ** نیک و بد در همدگر آمیختند
  • Allah, bu taneleri ayırıp tabağa koysunlar diye kitaplar verdi, peygamberler gönderdi.
  • حق فرستاد انبیا را با ورق ** تا گزید این دانه‌ها را بر طبق
  • Peygamberler, gelmeden önce hepsi bir görünmekteydi. Mümin, kâfir, Müslüman, çıfıt… Zahiren hepsi birdi. 285
  • پیش از ایشان ما همه یکسان بدیم ** کس ندانستی که ما نیک و بدیم‏
  • Âlemde kalp akçayla sağlam akça bir yürümekteydi. Çünkü ortalık tamamıyla geceydi, biz de gece yolcularına benziyorduk.
  • قلب و نیکو در جهان بودی روان ** چون همه شب بود و ما چون شب روان‏
  • Peygamberlerin güneşi doğunca “Ey karışık, uzaklaş! Ey saf, beri gel” dedi.
  • تا بر آمد آفتاب انبیا ** گفت ای غش دور شو صافی بیا
  • Rengi göz ayırt edebilir; lâl’i, taşı göz bilebilir.
  • چشم داند فرق کردن رنگ را ** چشم داند لعل را و سنگ را
  • İnciyi, süprüntüyü göz anlar. Onun için çerçöp göze batar.
  • چشم داند گوهر و خاشاک را ** چشم را ز آن می‏خلد خاشاکها
  • Bu kalpazanlar, gündüze düşmandır. Fakat madendeki altınlar gündüze âşıktır. 290
  • دشمن روزند این قلابکان ** عاشق روزند آن زرهای کان‏
  • Çünkü gündüz, kuyumcu ve sarraf, altını fark etsin diye altına aynadır.
  • ز آن که روز است آینه‏ی تعریف او ** تا ببیند اشرفی تشریف او
  • Kırmızı yüzle sarı yüzü gündüz gösterdiğinden Allah, kıyamete Gün lâkabını taktı.
  • حق قیامت را لقب ز آن روز کرد ** روز بنماید جمال سرخ و زرد
  • Hakikatte gündüz, velilerin sırrıdır. Gündüz, onların aylarına nispetle gölgelere benzer.
  • پس حقیقت روز سر اولیاست ** روز پیش ماهشان چون سایه‏هاست‏
  • Gündüzü, Allah erinin sırrının aksi bilin; gözü örten akşamı da onun ayıp örtücülüğünün aksi.
  • عکس راز مرد حق دانید روز ** عکس ستاریش شام چشم دوز