- Onun zikretmesi külhanda biten yeşilliğe, aptes bozulan yerde yetişen gül ve süsene benzer. 270
- ذکر با او همچو سبزه گلخن است ** بر سر مبرز گلست و سوسن است
- O yeşillik orada ariyettir. O gülün yeri oturulan işret edilen yerdir.
- آن نبات آن جا یقین عاریت است ** جای آن گل مجلس است و عشرت است
- Temiz şeyler temizlere aittir; pisler de pis şeylere... Kendine gel!
- طیبات آید به سوی طیبین ** للخبیثین الخبیثات است هین
- Kin yüzünden yol azıtanlara kin tutma. Çünkü onların kabirlerini de kin tutanların yanına kazarlar.
- کین مدار آنها که از کین گمرهند ** گورشان پهلوی کین داران نهند
- Kinin aslı cehennemdir. Senin kinin o küll’ün cüz’üdür, dinin de düşmanı.
- اصل کینه دوزخ است و کین تو ** جزو آن کل است و خصم دین تو
- Mademki sen cehennemin cüz’üsün; aklını başına al cüzü, küllünün yanında karar eder. 275
- چون تو جزو دوزخی پس هوش دار ** جزو سوی کل خود گیرد قرار
- Acı, mutlaka acılara katılır. Bâtıl söz nasıl olur da Hakk’a ulaşır?
- تلخ با تلخان یقین ملحق شود ** کی دم باطل قرین حق شود
- Kardeş, sen ancak o düşünceden, o ruhtan ibaretsin. Mütebaki varlığın bakımındansa kemik ve deriden başka bir şey değilsin.
- ای برادر تو همان اندیشهای ** ما بقی تو استخوان و ریشهای
- Düşüncen, manevi varlığın gülse, gül bahçesisin; dikense külhana lâyıksın.
- گر گل است اندیشهی تو گلشنی ** ور بود خاری تو هیمهی گلخنی
- Gül suyu isen seni başa sürer, koyuna serperler; sidik gibiysen dışarı atarlar.
- گر گلابی، بر سر و جیبت زنند ** ور تو چون بولی برونت افکنند
- Koku satanların tablalarına bak. Her cinsi, kendi cinsinin yanına korlar. 280
- طبلهها در پیش عطاران ببین ** جنس را با جنس خود کرده قرین
- Cinsleri, kendi cinsleriyle karıştırır, bu uygunluktan bir güzellik, bir süs meydana getirirler.
- جنسها با جنسها آمیخته ** زین تجانس زینتی انگیخته
- Fakat mercimek, şeker arasına karışırsa onları birer, birer ayırırlar.
- گر در آمیزند عود و شکرش ** بر گزیند یک یک از یکدیگرش
- Tablalar kırıldı, canlar döküldü de iyiyi, kötüyü birbirine karıştırdılar.
- طبلهها بشکست و جانها ریختند ** نیک و بد در همدگر آمیختند
- Allah, bu taneleri ayırıp tabağa koysunlar diye kitaplar verdi, peygamberler gönderdi.
- حق فرستاد انبیا را با ورق ** تا گزید این دانهها را بر طبق
- Peygamberler, gelmeden önce hepsi bir görünmekteydi. Mümin, kâfir, Müslüman, çıfıt… Zahiren hepsi birdi. 285
- پیش از ایشان ما همه یکسان بدیم ** کس ندانستی که ما نیک و بدیم
- Âlemde kalp akçayla sağlam akça bir yürümekteydi. Çünkü ortalık tamamıyla geceydi, biz de gece yolcularına benziyorduk.
- قلب و نیکو در جهان بودی روان ** چون همه شب بود و ما چون شب روان
- Peygamberlerin güneşi doğunca “Ey karışık, uzaklaş! Ey saf, beri gel” dedi.
- تا بر آمد آفتاب انبیا ** گفت ای غش دور شو صافی بیا
- Rengi göz ayırt edebilir; lâl’i, taşı göz bilebilir.
- چشم داند فرق کردن رنگ را ** چشم داند لعل را و سنگ را
- İnciyi, süprüntüyü göz anlar. Onun için çerçöp göze batar.
- چشم داند گوهر و خاشاک را ** چشم را ز آن میخلد خاشاکها
- Bu kalpazanlar, gündüze düşmandır. Fakat madendeki altınlar gündüze âşıktır. 290
- دشمن روزند این قلابکان ** عاشق روزند آن زرهای کان
- Çünkü gündüz, kuyumcu ve sarraf, altını fark etsin diye altına aynadır.
- ز آن که روز است آینهی تعریف او ** تا ببیند اشرفی تشریف او
- Kırmızı yüzle sarı yüzü gündüz gösterdiğinden Allah, kıyamete Gün lâkabını taktı.
- حق قیامت را لقب ز آن روز کرد ** روز بنماید جمال سرخ و زرد
- Hakikatte gündüz, velilerin sırrıdır. Gündüz, onların aylarına nispetle gölgelere benzer.
- پس حقیقت روز سر اولیاست ** روز پیش ماهشان چون سایههاست
- Gündüzü, Allah erinin sırrının aksi bilin; gözü örten akşamı da onun ayıp örtücülüğünün aksi.
- عکس راز مرد حق دانید روز ** عکس ستاریش شام چشم دوز