- Sonra da İblis’e suçu yokken lânet edersin. Niçin o şeytanlığı kendinde görmezsin? 2720
- بیگنه لعنت کنی ابلیس را ** چون نبینی از خود آن تلبیس را
- Bu, ey azgın, İblis’ten değil, sendendir. Tilki gibi kuyruk peşinde koşup durmaktasın.
- نیست از ابلیس از تست ای غوی ** که چو روبه سوی دنبه میدوی
- Yeşillikte bir kuyruk gördün mü o tuzaktır, bunu niye bilmiyorsun?
- چون که در سبزه ببینی دنبه را ** دام باشد این ندانی تو چرا
- Bilmiyorsun, çünkü kuyruğa meylin seni bilgiden uzaklaştırdı, gözünü, aklını kör etti.
- ز آن ندانی کت ز دانش دور کرد ** میل دنبه چشم و عقلت کور کرد
- Sevdiğin şeyler seni kör ve sağır eder; düşmanlığa kalkışma, bu cinayeti, kara nefsin işledi.
- حبک الأشیاء یعمیک یصم ** نفسک السودا جنت لا تختصم
- Bana suç bulma, aykırı görme. Ben, kötülükten de bizarım, hırstan da, kinden de! 2725
- تو گنه بر من منه کژ مژ مبین ** من ز بد بیزارم و از حرص و کین
- Bir kere kötülük ettim, hâlâ pişmanım; gecem gündüz olsun diye bekleyip duruyorum.
- من بدی کردم پشیمانم هنوز ** انتظارم تا شبم آید به روز
- Halk arasında müttehim oldum, herkes, kadın olsun erkek olsun kendi işini bana isnat ediyor.
- متهم گشتم میان خلق من ** فعل خود بر من نهد هر مرد و زن
- Zavallı kurt, aç bile olsa uyduruyor diye itham edilir.
- گرگ بیچاره اگر چه گرسنه است ** متهم باشد که او در طنطنه است
- Zayıflıktan yol yürümeye kudreti olmasa bile çok yemeden imtilâ olmuştur derler” dedi.
- از ضعیفی چون نتاند راه رفت ** خلق گوید تخمه است از لوت زفت
- Muaviye’nin tekrar İblis’e ısrarı
- باز الحاح کردن معاویه ابلیس را
- Muaviye dedi ki: “Seni doğruluktan başka bir şey kurtaramaz. Adalet, seni doğruluğa davet etmekte. 2730
- گفت غیر راستی نرهاندت ** داد سوی راستی میخواندت
- Doğru söyle de elimden kurtul. Hile, savaşımın tozunu yatıştıramaz.”
- راست گو تا وارهی از چنگ من ** مکر ننشاند غبار جنگ من
- Şeytan, “Ey hayal kuran, düşüncelere dalan, doğruyu, yalanı nasıl anladın?” dedi.
- گفت چون دانی دروغ و راست را ** ای خیالاندیش پر اندیشهها
- Muaviye, “Peygamber, nişanesini bildirmiş, kalpla sağlamı anlamak için mehenk vermiş;
- گفت پیغمبر نشانی داده است ** قلب و نیکو را محک بنهاده است
- “Yalan kalplerde şüphe uyandırır, doğru kalplere emniyet ve neşe verir “demiştir.
- گفته است الکذب ریب فی القلوب ** گفت الصدق طمانین طروب
- Gönül, yalan sözden istirahat bulmaz. Suyla yağ karışık olursa çırağ aydınlık vermez. 2735
- دل نیارامد ز گفتار دروغ ** آب و روغن هیچ نفروزد فروغ
- Doğru söz kalbe istirahat verir. Doğru sözler, gönül tuzağının taneleridir.
- در حدیث راست آرام دل است ** راستیها دانهی دام دل است
- Gönül hasta olur, ağzı kokarsa ancak o vakit doğruyla yalanın tadını almaz.
- دل مگر رنجور باشد بد دهان ** که نداند چاشنی این و آن
- Fakat gönül ağrıdan illetten salim olursa, yalanla doğrunun lezzetini adamakıllı bilir, anlar.
- چون شود از رنج و علت دل سلیم ** طعم کذب و راست را باشد علیم
- Âdem’in buğdaya hırsı artınca bu hırs, gönlünden sıhhati, selâmeti kapıp götürdü.
- حرص آدم چون سوی گندم فزود ** از دل آدم سلیمی را ربود
- Senin yalanına, işvene kulak astı, aldanıp öldürücü zehri içti. 2740
- پس دروغ و عشوهات را گوش کرد ** غره گشت و زهر قاتل نوش کرد
- O anda akrebi buğdaydayken ayırt edemedi. Hevesle mest olan kişinin temyizi uçup gider.
- کژدم از گندم ندانست آن نفس ** میپرد تمییز از مست هوس
- Halk, arzu ve heva sarhoşudur. Onu için senin yalanını dinler.
- خلق مست آرزویند و هوا ** ز آن پذیرایند دستان ترا
- Fakat hevadan vazgeçen, gözünü sırlara âşina etmiştir.
- هر که خود را از هوا خود باز کرد ** چشم خود را آشنای راز کرد
- Kadı’nın kadılıktan şikâyeti, naibinin ona verdiği cevap
- شکایت قاضی از آفت قضا و جواب گفتن نایب او را
- Birisini kadı yaptılar. Ağlayıp inlemeye koyuldu. Naip “Kadıya bu ağlama nedir diye?
- قاضیی بنشاندند او میگریست ** گفت نایب قاضیا گریه ز چیست